16 Ağustos 2008 Cumartesi

Gökova - Bördübet (Amazon)


Uçsuz bucaksız bir deniz… Suya yansıyan tepeler… Havada uçuşan onlarca orkinos…

Böyle başladı Bodrum-Gökova seyrimiz. 30-35 knot esen havadan eser kalmamış, inadına sakin, inadına sessiz.. Sanki “hoş geldin” mesajı yolluyordu dans eden orkinoslar.. Avcımız denedi ama nafile, onların niyeti oyun, yemek değil..

25-30 mil kadar yol aldıktan sonra muhteşem Bördübet büküne vardık. Önümüzde seyreden mini filotillanın yanaşmasını bekledikten sonra azmağa en yakın yere demir attık. Tabi ki tek seferde olmadı. Bir iki kez gittik geldik. “Aman pek güzel tuttu demir, hiç oynamıyor teknemiz” diye düşünürken, kıç halatını bağlayıp maskeyle kontrolde bir de baktık ki pek güzel oturmuşuz kuma! Hadi gerisin geri çözdük halatı, yeni bir yer beğenip, tekrar attık demiri. Bu sefer tamam.

Yemek sahilde, Amazon Camping’de. Ama öncesinde biraz deniz, biraz çay.. Havanın durgunluğu, günün yorgunluğu, derken hafiften esen rüzgar, akabinde çiseleyen yağmur.. Doğanın bize sunduğu nimetlerin ardı arkası kesilmiyor..


Hava kararmadan azmaktan dingimizle geçip restorana varmak istiyoruz. İlk ekip yola çıkıyor, diğer ekip ise “acaba karadan yürüyerek mi gitsek” diye düşünüyor. İlk ekipten “aman bu yol çok korkunç, yürüyün” uyarısı gelse de, “biz de macera istiyoruz, biz de timsah görmeliyiz” isyanıyla bekliyoruz. O esnada nasıl olduysa (!) Ankaralı bir kaptanla tanışıyoruz. Kendi teknesini yaptığını, ailesiyle tatilde olduğunu öğreniyoruz. Tabi ki ertesi sabah kapılarını çalıyoruz.




Bizim azmak kabaca 500 mt. Kısa bir mesafe, ama en derin yerinin 30 cm. olduğu düşünülürse bizi zorlayacağı aşikar. Nispeten derin yerlere yol gösterici işaretler, yer yer de şamandıralar koymuşlar. Aydınlıkta iyi de, bir de dönüşü var bunun. İsmiyle uygun bir bölge, Amazon. Dev ağaçların gökyüzünde kavuştuğu, timsahların her an ortaya çıkacakmışcasına beklendiği, börtü böcüğün uçuştuğu, outboard’umuzun bir havada, bir denizde olduğu heyecanlı bir 500 mt.! Mutlaka yaşanmalı, mutlaka gidilmeli.

Kıyıya vardığımızda “Don’t feed the crocodiles” yazısıyla ı-nı-nı-nıııın diyoruz. Dingimizden apar topar inip yıkık dökük iskele parçacığına bağlanıyoruz. Kamp gayet güzel, sahipleri de Ankara’dan tanıdık yüzler. Her şey güzel de dönüş nasıl olacak? İlk grup “biz yürürüz” deyip maceradan kaçar, diğerleri şarjı bitmekte olan bir projektörle kapkaranlık bir gecede, ıssız bir ormanda, işaretlerin dışına çıkmadan yol almaya çalışır. Zor, ürkütücü ama bir o kadar da heyecanlı.

Tam da bu duygular içerisinde çekim yaparken hemen kıyıda, 5 metre ilerimizde 3 kişilik bir aile durmuş hayretler içerisinde bizi seyrediyordu. “Tamam biz de biliyoruz orada timsah olmadığını, ne var yani biraz macera istediysek!”

Tekneye vardığımızda bizim ilk ekip karada ağaç olmuş ve hatta meyve vermiş bir şekilde bizi bekliyordu… Eh yürüyünce yol 10 dakika sürüyormuş, bunu da öğrenmiş olduk..

Teknemize bindik, çayımızı içtik, doğanın verdiği huzurla gecemizi bir türlü bitiremedik. Zaten böyle bir geceyi de ancak Sezen Aksu bitirebilirdi.


Tanrı istemezse yaprak düşmezmiş…

Hiç yorum yok: