26 Temmuz 2010 Pazartesi

22 Temmuz 2010


Ekincik-Dalyan

Hakikaten Çatal Adalar ve Kızıl Ada geçişlerinde yer yer 35 esti. Hatta yabancı ekiplerden kurulu iki tekneyle yarış bile yaptık! Ancak kısa sürdü. Rüzgar kesilince üçümüzde kalıverdik. Arkadan aldığımız için de haliyle kavrulduk. Allah'tan son 10 mil yine güzel rüzgar bulup keyifli bir seyir yapabildik. Ekincik'e geldiğimizde havanın iyice ısındığını farkettik. İlk iş brandamızı germek oldu. Denize girip biraz serinleyelim dedik, ama neredeyse havayla aynı sıcaklıkta olduğunu farkettik. Hiçbir şey serinletmiyor. Heyecanla geceyi bekliyoruz, belki biraz esinti çıkar rahatlarız diye...

Başlıyoruz Ekincik hikayeleri anlatmaya, duyduklarımızı... Rahmetli Özal'ın ilk döneminde Ekincik ahalisi tüm oyları ona vermiş. Bir tek fire çıkmamış. Özal da haliyle merak edip araştırmış, köyü ziyarete gelmiş. "Ne istiyorsunuz benden" diye sorunca "yol" demiş halk. 1 ay içerisinde de Ekincik Köyü yoluna kavuşmuş.

Güneyli rüzgarlara ve Karayel'e kapalı olan Ekincik My Marina vakti zamanında maden iskelesiymiş. 1986 yılında Dalyanlı mimar İrfan Bey tarafından yol, su, elektrik bulunmazken denizden teknelerle malzeme taşınarak inşa edilmiş. 65-70 tekne kapasiteli butik marina kıvamındaki tesiste teknelere elektrik ve su hizmeti veriliyor. Küçük de bir marketi bulunan mekanda yemek yemezseniz bağlanma ücreti alınıyor. Restoran demişken, sakın öyle bizim kıyılardaki mekanları düşünmeyiniz. Prenses Caroline, Prenses Margareth, Dustin Hoffman, Uma Thurman ve Sting gibi birçok ünlüyü ağırlamış, çam ve zeytin ağaçları arasında kaybolan, deniz ve tekne temalı aksesuarlarla döşenmiş, son derece lüks bir mekandan bahsediyoruz. Mönü deniz ürünleri ağırlıklı, beyaz ve kırmızı et mevcut. Biraz tuzluca bilesiniz! Tesisin dört bir yanındaki ufak ayrıntılar insanı hayran bırakıyor. Her yer, her eşya buram buram deniz/denizcilik kokuyor. Hatta sırıtabilecek eşyalar keten kumaşlara sarılarak değerlendirilmiş.

Madem bağlanmak paralı, bari karnımızı doyuralım dedik. Restorana çıktık, tuzda lagos siparişimizi verdik, beklemeye geçtik. Sıcak falan ama, yemekten de geri kalmıyoruz gördüğünüz üzere! Kan ter içerisinde balığımızı yedikten sonra yüzen evimize geri döndük. Evet rüzgar çıkmıştı ama serinletmiyordu. Bilakis canımıza okuyordu, sanki fırın kapağı açılmış, biz de karşısında hipnotize olmuşuz! Gece uzun olacak, o belli. Havuzluk minderlerini, yastıkları hazırladık. Erken kalkan/yatan dışarıyı kapar! Dakikalar saatleri kovaladı. Yok, en ufak bir serinleme yok. Tüm teknelerden "of pof" sesleri yükseliyor. Kimi güvertede, kimi havuzlukta bir o yana, bir bu yana dört dönüyor. Dayanamayan hooop suya...

Zor geçen bir gecenin ardından Dalyan'a gitmek üzere Ekincik Kooperatif'ten gelen mavi renkli, kırmızı bayraklı, içi halı kaplı, pancar motor teknemize bindik. Hava yine çok sıcak. Artık alışmak lazım. İnsanoğlu işte kış gelir "ay çok soğuk, yaz gelsin"; yaz gelir "ay çok sıcak, kış gelsin". Hani sıcaklar gecikti mi ona da ayrı söylenir "yaz gelmeyecek galiba!".

Önce delikli kayayı ziyaret ediyoruz, Delik Ada'nın yanından geçerek İztuzu'nda deniz molası veriyoruz. Dalyan turlarında, İztuzu molası genelde sona bırakılır. Bizim tavsiyemiz, önce denize girilmesi. Böylece hem serin serin geziyor, hem rüzgar çıkmadan keyif yapabiliyorsunuz. Yalnız akıntıya dikkat! Kimi zaman deltadan denize, kimi zamansa denizden içeriye doğrudur akıntı. Biz koca çocuklar burnun bir yakasında kendimizi bırakıyor, diğer yakasında buluveriyoruz kendimizi. Pek eğlenceli oluyor akıntıyla oynamak. Hemen akabinde delta turu başlıyor. Sazlıkların arasında dolaşan mavi tenteler, kırmızı bayraklar sarı-yeşil ortamı şenlendiriyor renk cümbüşleriyle. Sırada çamur banyosu var. 1988'de yine İrfan Bey tarafından satın alınan araziye "çamur banyosu tesisi" kurulmuş. Giriş kişi başı 4 TL. Havuzda her yerinize çamur sürüp kurumaya bırakıyorsunuz. Yıkandıktan sonra bir de kükürtlü su havuzuna girdiniz mi yeniden doğmuş gibi oluyorsunuz. Tabi dayanabilene! Çamurun şifalı olduğu, cildi parlattığı, lekeleri yok ettiği söyleniyor. Valla ben bir etkisini görmedim, Benhür ise gençliğini çamura bağlıyor!!!







Çamur Banyosu'ndan sonra dilerseniz göle kadar uzanıp geri dönebilirsiniz. Karnınız çok acıktıysa sağlı sollu gördüğünüz restoranlardan birinde yemek yiyebilir, merkezden hediyelik alışverişi yapabilirsiniz. Bizim tercihimiz İztuzu'na geri dönüp mavi yengeç yiyerek balıkçıların kaplumbağa şovunu izlemek.











Tüm bu yazdıklarımı gerçekleştirdikten sonra yüzen evimize geri dönüşe başladık. Lakin hafiften dalga çıkmış. Yandan alsak çevirecek, dövüyor dalgalar pata küte bizim mavişi! Alışmışız yüksek bordalı, salmalı teknelere, bu ise suya pek bir yakın. Arada giriyor içeri serin sular. Sallan yuvarlan kavuştuk Şahbaz'a. Hava sanki bir nebze daha iyi. Açık hava çarpmış (!), yorulmuşuz.

Artık dönüşteyiz. Rota Göbün, 30 mil kadar mesafemiz var. Tahminler "rüzgarsız günler" gösteriyor...

Yine sıcak, yine sıcak...


21 Temmuz 2010


Bozukkale

Sevgili Kaptanlarım,

Beyi teknede bıraktım, yazlığa kaçtım. Yok yok dağa çıkmadım, yine deniz kenarındayım. Hatta Bodrum'da başka bir tekneyle bile kaçamak yapmışlığım var, çaktırmayın! Geçtiğimiz hafta yaşadığımız kavurucu sıcaklar neticesinde baktım ekip de biraz kalabalık "hadi size iyi seyirler" deyiverdim. Barometre Cuma sabahı 1003'lere kadar indi. Rutubet aldı başını gitti. Ama bu haftabaşı itibariyle az da olsa sıcaklıklar düştü.

Biraz da yol bilgisi verip kaldığım yerden devam edeyim. Fethiye-Bodrum, Bodrum-Kuşadası karayollarının neredeyse tamamında asfalt, bölünmüş yol ve genişletme çalışmaları devam ediyor. Kamyonlara dikkat, pat diye sola kırabiliyorlar! Lütfen sakin ve temkinli yol alınız.
Nerede kalmıştık? 12 Temmuz Pazartesi akşamüzeri Bozukkale, Ali Baba'nın iskelesine bağlanmıştık.

Bizim arkamızdan sıra sıra giriş yapan teknelerle iskele 1 saat içerisinde doldu, kala kala tek bir tonoz kaldı. Ona da akşam saatlerinde bir motoyat bağlanmak isteyince olan oldu! Amaçları ittire kaktıra teknelerini o daracık yere sığdırmak. Mekan sahibi ısrarcı, ellerini oğuşturuyor! Haliyle boşluğun iki yanındaki yelkenli sahipleri itiraz ediyor. Olurdu olmazdı derken, "o gelirse biz ayrılırız" tehditleri savrulunca çareyi isklenin en başındaki tekneyi o tonoza çekmekte buldular.
Gördüğünüz üzere bizlerin yegane eğlencesi bu gibi durumlar oluyor. Kim nasıl yanaşmış, hangi marka tekneler gelmiş, eşler nasıl fırça atmış, tekne donanımları, charter firmaları... Değişen ekipler sayesinde bilgi sahibi oluyoruz ama onlardan da sadece şehit haberleri alıyoruz!

Bozukkale'nin suyu bir başka, Değerli Kaptanlarım, berraklığı muhteşem! Hani girmeyeni döverler cinsinden. Bizde dövünmeyelim diye o buz gibi sulara attık kendimizi... Hatta hızımızı alamadık su altı çekimleri bile yaptık! Isınmak için de tepelere tırmanıp kaleyi fethettik. Surlara çıktığımızda bir de baktık ki fotoğraf çekimi yapılıyor. Beyaz bikinisiyle bir İtalyan güzeli Türk bayrağının altında poz veriyor. Acaba biz de birkaç poz çekip paylaşsak mı dedik ama sonra vazgeçtik, neme lazım yuva yıkmayalım durup dururken :-))
Gelelim Bozukkale, nam-ı diğer Loryma'nın tarihine... Doğal bir liman olan Bozukkale, Atina Gemileri tarafından sığınak olarak kullanılmış. M.Ö. 395 yılında Atinalı kumandan Canon, Cnidus (Knidos) savaşı öncesi gemileri burada toplamış. Yine M.Ö. 305 yılında Antigonus’un oğlu Demetrius, Rodos’a yaptığı saldırının hazırlıkları için Loryma limanını seçmiş. Rodoslular Döneminden kalma savunma amaçlı Loryma Kalesi günümüze gelen en sağlam yapı olarak belirtiliyor. Kale, tonlarca ağırlıkta taş bloklarla örülmüş. O taşlar üzerinde yürüyüp manzara karşısında hayran kalmamak mümkün değil!
Restoranda mezeler için açık büfe hazırlanıyor. Böylece dilediğinizden, istediğiniz kadar yeme şansına sahip olabiliyorsunuz. Denizden ne tutulmuşsa o balığı yiyorsunuz, gerçi çiftlik de bulunduruyorlar ama pek de vermek istemiyorlar. Balık sevmeyenlere tavuk ve et çeşitleri de mevcut.
Ertesi sabah nispeten erkence bir saatte kalkıp kahvaltımızı yaptık. Tam çıkış hazırlıkları yaparken dahiyane Türk kızlarını gördük: Kayıklarıyla yemeni ve peştemal satışları yapan genç kızlar, rüzgarı arkalarına almış, ayakta durmuş, ellerine aldıkları peştemali yelken yapmış bize doğru geliyorlar! Sıra sıra süzülen kayıkların manzarasıdan o kadar etkilendik ki makinayı alıp fotoğrafları çekmek aklımıza dahi gelmedi. Artık bir dahaki sefere...
Hedef, 35 mil uzaklıktaki Ekincik My Marina... Rüzgar Marmaris civarında 30-35 knot yapacak gibi gözüküyor, ancak batıdan estiği için arkamıza alıp keyifli bir seyir yapmayı planlıyorduk...

12 Temmuz 2010


Fethiye-Kumlubük-Bozukkale


36º 40’ 20’’ N, 28º 12’ 15’’E koordinatlarından sevgiler Kaptanlarım...

Saat 12:00 sularında Kumlubük Hollandalı Ahmet'in iskelesinden "vira bismillah" dedik. Hedef Bozukkale, rota Kadırga Burnu'nu döndükten sonra 230º. Rüzgar yok denecek kadar az. Motor seyri ile ortalama 6 knot hız yapıyoruz. Hava sıcaklığı gölgede 32 derece.

Dün sabah 07:00'de gözlerimizi sıcak bir Fethiye sabahına açıp 08:00'de halatları topladık. Yaklaşık 8 saatlik seyrin sonucunda Marmaris, Kumlubük'e vardık. Öğle saatlerine kadar motor, sonrasında 18-19 knot rüzgar ile tatlı tatlı orsa seyri yaptık. Bu kadar teknik bilgiden sonra artık dedikodu yapabiliriz :-))

Hollandalı'nın yerine yaklaştıkça iskelede bir yoğunluk farkediyoruz. Gözlerimiz yelken direği arıyor ama nerdeeee! Sadece beyaz bir parlaklık... Restoranı arıyoruz "çok kalabalık ama birkaç saate boşalır" diyorlar. Tam o esnada arkamızda bir başka "büyük beyaz"! "Aman bari buna izin vermeyelim". İskeleye iyice yaklaşıyoruz. Tüm iskele dizi dizi "büyük beyaz" motoryatlarla dolmuş, etrafta ise demir atmış guletler... Kalan tek tonozu işaret ediyorlar. O da olmasa Çiftlik'e dümen tutacağız zaten. Verdik tornistanı. Ama o da ne? Düüüüt... Acı acı çalan bir korna... Meğer arkamızdan gelen motoryat da aynı tonoza meğletmiş. "Yok artık"! Biraz el kol işareti, biraz çatılan kaşlar, kaptık tonozu! Kolay mı benden tonoz çalmak?

Güzelce yanaştık. Hava sıcak mı sıcak, yaprak kımıldamıyor. İskelede bizden başka bir yelkenli daha var, onlar da yabancı. Geri kalan tüm tekneler Türklere ait motoryatlar. Bu yıl gözle görülür bir şekilde Türklerin motoryata kaydığını farkettik. Atladım tekneden etrafı kolaçan etmeye. Amaniiiin düştüm mü sosyetenin içine! Sağdan soldan geçen hatunlarda boy zaten 1.70, üstüne de karış topuklu espadriller, bendeyse boy 1.60 ayakta timberland. Vücutlar yanık, hiç iz yok, ben de tüm kıyafetlerden enstantaneler. Saçlar meçli, benimkiler erkek traşlı; tırnaklar boyalı, bende yok; bikini üzeri pareolar, ben de.... Allah Allah başka bir yere mi geldik biz? Meğer Marmaris esnafı pazar günlerini böyle değerlendiriyormuş. Akşam 6'dan sonra yabancı yelkenliler ve bizden başka kimse kalmadı.

Ben size rüzgar yok mu demiştim? Şu an Kızıl Ada iskelemizde ve rüzgar 35 esiyor. Güya bugün sakin geçecekti. Yarın sert olacakmış, bakalım kaçı göreceğiz?

İki haftadır "yan gel yat kaptanlığı" yapıp Göcek'te sakin sakin yatıyordum. İyi oldu, pasımız gidiyor!

Rüzgarınız kolayına olsun...




























4 Temmuz 2010


Göcek'ten Selamlar

Sevgili Kaptanlarım,

Uzun zaman oldu yazmayalı. Çok değişiklik yok. Yeni hayatımıza, yeni teknemize alışmaya çalışıyoruz. Baharı Ankara'da, yazı Göcek koylarında geçiriyoruz.


Son 10 gündür Fethiye, Turunçpınarı, Göbün, Taşyaka koy koy dolaşıyoruz. Yağmurlu günlerde ayrıldık Ankara'dan. İçimiz ısındı buralarda. Denizin üstünde sadece üç tekne inanılmaz dingin bir havada, Sarsala koyundayız bugün. O kadar güzel, o kadar dinlendirici ki ekibimizle ayrılamadık buradan.

Sıra sıra dağlar... Pırıl pırıl deniz... Kah rüzgarı arayan yelkenliler, kah balıkları kovalayan dingiler... Fonda cırcır böcekleri, doğayla başbaşayız.

Yüzümüzde gülümseme, denize bakıyor, şükrediyoruz. Mutluyuz öğrencilerimiz kiraladıkları teknelerle kıyılarımızı dolaşıyor. Rehavete o kadar alıştık ki anlatamadım sizlere Lindos'u Rodos'u... Yakındır ama, bekleyiniz! Maceralar daha yeni başlıyor.

Gecikmeli de olsa 1 Temmuz Kabotaj Bayramınız kutlu olsun...

Sevgilerimizle...

5 Mayıs 2010


Bahar Geldi


Sevgili Kaptanlarım, Sevgili Denizciler,


Artık bahar geldi değil mi? Ankara'da bile her yer yeşermiş, erguvanlar açmış, menekşeler etrafı şenlendirmişken düşünün Fethiye'yi, Göcek'i, Marmaris'i, Bodrum'u...






















Nasıl tasvir etsem bilemiyorum ki... Akşam saatleriydi, Torosların tepesinde kar, eteklerinde yeşil, yol kenarlarında ise sarısından kırmızısına rüzgarda dans eden çiçekler... Hava tertemiz, ılık mı ılık, hani derler ya limonata gibi, işte aynen öyle. Deniz mi? Ah o her daim güzel.. Yenilenmiş, kar suları ile biraz soğumuş, dingin, durgun...















Bahar bir başka güzel memleketimizde, deniz bir başka...













Koylar denizciler için hazırlanmış, tekneler gözlenir olmuş. İskeleler onarılmış, tonozlar yenilenmiş, çiçekler ekilmiş, karabidalar avlanmış, kafeslere konmuş.

23 Nisan'a kadar genelde iskelelerde bir başımıza bu güzelliklerin tadını çıkarırken, 23 Nisan tatiliyle tekne sayısı az da olsa arttı. 10 gün boyunca 3 ayrı ekiple, 3 ayrı rota çizdik, Fethiye-Göcek arasında yelken yapmayı yeğledik. Denize de girdik, kalamar da avladık, yunusların arasına da daldık. Ama en keyiflisi Kelebekler Vadisi'nde denize girdikten sonra geceye kalmak pahasına tesisi olmayan Yavansu'ya gidip mangal yakıp, ateşe nazır şarkılar söyledik. Tüm ekip üyelerimizi candan selamlarız.













Geçtiğimiz haftasonu ise gurur duyduk, çok daha mutlu olduk. Öğrencilerimizden oluşan 4 ayrı tekne Fethiye ve Göcek'ten çıkış yaparak tek başlarına seyirlerini gerçekleştirdi. Üstelik biz Ankara'dayken :-)) İnanın okumayı söken öğrencisini seyreden öğretmen gibi sevinçliydi Benhür! Daha nice denizcilere diyelim!


Sevgilerimizle...


















30 Mart 2010 Salı

16 Mart 2010


Başlıyoruz!

Güneşli bir Göcek gününden selamlar...

Bizim kız seyirde, kanatlandı süzülüyor mavilikte. Güneş pırıl pırıl, zirveler beyaz, deniz tertemiz.

Özleyenler başladı ufak ufak limandan ayrılmaya, balıkçıların keyfi yerinde. Kalın ceketler inceldi.

Yeşilin rengi değişti; sarılarla, pembelerle bezendi. Bahar yüzünü döndü, kış sırtını.

Çalıştık, çalıştırdık, hazırladık, hazırlandık. Eksikleri gidermeye, sizlere yeniden "merhaba" demeye sabırsızlandık.

Bu yıl daha zor olsa da inancımızı arttırdık, yorgunluğumuzu attık.

Hep paylaştık, yüreğimizi açtık. İyi günümüzü, kötü günümüzü hiç saklamadık. Sizleri bizden bildik.

Bekliyoruz...
Başlıyoruz...
Sizlerle süzülmeye, daha güzel günler geçirmeye...

Eski/yeni tüm denizcileri, denizci adaylarını, bekliyoruz sizleri...

Artık hazırız!


s/y ŞAHBAZ

ŞAHBAZ: Yiğit, cesur, kahraman; beyaz Doğan Kuşu. Ayrıca Osmanlı Donanmasındaki gemilerden birinin adı!



25 Şubat 2010


Bunca zamandır neden yoktuk, niye sizleri bu kadar ihmal ettik?

Sevgili Kaptanlarım,
Denizciler,
Denizseverler,
Ve hatta Bizisevenler,

Uzak düştük hepinizden. Ne arayabildik, ne görüşebildik. Daldık yine hayat mücadelesine.

İstedik sizlerle hep bir arada olabilmeyi, denizci paylaşımları yapabilmeyi, birlikte gülmeyi, yemeyi-içmeyi.

Bu kış beceremedik! Üzgünüz... Ve hatta özür dileriz...

Ama güzel haberlerimiz var. İşte şimdi bunları anlatmak istiyorum: Bunca zamandır neden yoktuk, niye sizleri bu kadar ihmal ettik?

Tabi ki ilk önceliğimiz teknemiz oldu. Özendik, özeniyoruz. Allayıp, pulluyor, sizlere hazırlıyoruz.

Mucit Benhür iş başında:

-Tikten güzel bir pasarella yaptı. Kırmızı tekerlekler taktı. Hafif enlice, biraz da uzunca! Vallahi rahat girin çıkın diye :-))
-Yüksek iskelelerde sıkıntı çekmeyin diye dümen arkasına paslanmazdan bir nevi kaide yaptırdı.
-Sintine pompamız arızalı olduğundan, yenilendi, hatta otomat takıldı. Tahir Kaptan Abimiz ve güzel kızlarının hediyesidir, bir kere daha teşekkür ediyoruz.
-Masanın ayakları değişti, artık yatak olabiliyor.
-Tüm minderleri yenilendi, yüzleri değişti.
-Tüm heç ve lumbozların lastikleri silindi, vazelinlendi.
-Yelkenler bakımdan geldi, yerlerine takıldı.
-Çöp kutusu değişti, pratik ve kullanışlı hale getirildi.
-Havuzluk minderleri deniz temalı bir kumaşla kaplandı, aynı kumaştan masa örtüsü ve yastıklar yapıldı. Annemin hediyesidir, teşekkür ediyoruz. Yalız korkuyorum yakında dantel işlemeler de yollayacak diye!
-Battaniyeler, yastıklar havalandırıldı, evde yıkandı.
-Paslanmazlar parlatılmaya başlandı, henüz tamamlanamadı.
-Usturmaçalar asetonla temizlendi. Yalnız gözüme hiç hoş görünmüyorlar, önümüzdeki yıllarda yeni bir set alma taraftarıyım -tabi ganimet olarak denizden bulursak ne ala!
-Gövde ve bumba üzerindeki yapıştırmalar temizlendi, parlatıldı.
-Yeri olmasına rağmen serpintiliğimiz yoktu. Bir tekneden ödünç alındı, Ankara'da eşi yaptırıldı. Yalnız henüz brandasıyla ilgilenemedik, o da ya Fethiye ya da Marmaris'te yaptırılacak.
-Tüm mutfak malzemesi yıkandı, tabak takımları yenilendi.
-Su sızıntısı tespit ettiğimiz yerler yeniden silikonlandı.
-Kamara kapıları ile çekmecelere mıknatıs sistemi takıldı.

Peki daha neler yapılacak? Akü tasarrufu düşüncesiyle led araştırmasındayız. Siz uğraşmayın diye lastikli çarşaflar diktiriyoruz. Klozet kapakları yenileniyor, pompalar değişiyor. Redresörümüz arızalı, ya değişecek ya tamir edilecek. Rüzgar gülü yerinden oynamış, direğe çıkmak ve düzeltmek gerekiyor. Tuvaletlerin armatürlerinin ve mutfak bölümündeki halojen lambaların komple değişmesi lazım. Görüntü kirliliği yapıyorlar!

Bu yaptıklarımız ve yapacaklarımız fiziksel olanlar. Bir de evrak işimiz var. Almanya'dan beklediğimiz bayrak düşümü belgesinin faksı henüz geldi, orijinalini haftabaşı alabileceğiz. Vergi indiriminde süre uzatımı henüz gerçekleşmediğinden mecburen Amerikan bayrağına geçmemiz gerekiyor, eğer 30.000 Euro bağış yapacak biri çıkarsa anlı şanlı Türk bayrağını takabileceğiz! Amerikan bayrağına geçebilmemiz için de alavere dalavere üstadı Delaware'de şirket kurmamız gerekiyor. Görüşmeler başladı, evraklar bir bir yollanıyor. İnşallah önümüzdeki hafta içinde bitmiş olur. Tabi bir de sigorta konumuz var. Teklifleri almaya başladık. Son karar haftaya!

Tüm bunlarla uğraşırken bir de evlenmeye karar verdik.

Amaaan ne zor, ne stresli işlermiş. Aileleri mi mutlu edelim, sizleri mi, yoksa kendimizi mi bilemedik. Biz kaçmaya çalışdıkça bir bakıyoruz kovalayan sayısı artmış! E tabi bir de ev tutmak, içini dayayıp döşemek gerekiyormuş. Kimse böyle söylememişti...

Tekne, ev, gelinlik, davetiye, mobilya...

cep delik cepken delik
yen delik kaftan delik
don delik mintan delik
kevgir misin be kardeşlik

Bilmem anlatabiliyor muyum? Ooooof of...

19 Ocak 2010


Yeni Kıza Merhaba...

22 Aralık günü Fethiye’ye düştük yollara. Anouk kızı teslim etmeden önce birkaç gün baş başa kalalım, dinlenelim dedik.

Seyir için Fethiye Ece Saray’da teknesi olan Veli Abinin bazı eşyalarını almaya gitmiştik ki bir de baktık karşımızda satılık bir Bavaria 44.

Ah dedik, tam bizlik, 4 kabin, temizde bakılmış, ama nerdeee! Canım sormaya da para almıyorlar ya. 90.000 Euro, e oldu o zaman, Allah yeni sahibine bağışlasın.

Derken bir isim geçiyor, kimmiş nereliymiş, meğer bizim bir tanıdığımız olduğu ortaya çıkıyor. Hadi canım, diyoruz. İnanamıyoruz bir türlü.

“Sorsak, vade istesek, olmaz mı?”

Aradık, buluştuk, teklif ettik. Ama bizim aklımız hala Anouk’ta, bir ümit görüşmeyi bekliyoruz. Yol boyu 2 büyük palamut, hava sakin, biz düşünceli vardık Marmaris, Albatros Marina’ya. Vardık da kapı duvar, ayın 26’sı, günlerden Cumartesi. Bari balıkları yaptıralım,

“Aşçı da yok, gitti".
“E ne yapacağız?”
“Ben size bir balık köftesi yaparım, yanına da salata-patates” diyor bizim nöbetçi marinacı!

Bakıyoruz birbirimize, sallıyoruz kafamızı olur mukabilinden. Amaaaan bir köfte olmuş ki anlatamam. Hani Palamut da başka türlü yenmezmiş. Bir kere bereketliymiş, en az 5 adam doyuracak kadar köfte çıkmış. Yanına bol yeşillik, biraz da patates kızartması...

Tarifi alındı, pek yakında!

Oldu Pazartesi, ayın 28’i. Patron bizi beklememiş, dönmüş İstanbul’a. Fiyat 80.000 Avro peşin. Bizim teklifimiz ise zorlanacağımızı bilmemize rağmen 3 yıla dağıtmak. Bakım onlardan, teminat Anouk! Hakikaten paramız yok, evlenemiyoruz bile. Ama “zorlarız” dedik. İhsan Abi, “cevabı sizi arar söylerim ama bakım ve marina sizden olur” dedi ve biz kös kös önce Fethiye’ye, sonra İzmir’e geçtik.

Gergin bekleyişle saatleri geçiriyoruz. Ayın 30’u oldu, arayan soran yok. Vakit daralıyor. Biz aradık İhsan Abi’yi, duyduk karşı teklifi, “mümkün değil” dedik!

“Sağolun, bize kısmet değilmiş”. Çok üzüldük tabi. “Bizim abiye bir mail atayım” dedim.

“Abi, biz teknenizi gördük, beğendik, talip olmaya karar verdik” cümlesiyle pazarlığı başlattık. Daha da gergin bir bekleyiş başladı! 2 saat sonra telefonum çaldı. Benhür’e tutuşturdum!

“Yarın sabah Fethiye’deyiz”.

Peder Beyi de aldık yanımıza, yılbaşı günü sabah 5’te Fethiye’ye yola çıktık. Saat 11’de el sıkıştık, cüzi bir kaparo verdik, anahtarı aldık.


2009’u uğurladığımız gün, karanlıklar içerisinde bir ışık görüp ona doğru koştuk...


Fethiye'de bizim için kefil olan ağabeylerimize, ön ödeme yapıp peşinatı toparlamamıza yardımcı olan Kaptanlarımıza ve tabi son noktayı koyan babama sonsuz teşekkürler..

İnşallah kimselere mahcup olmadan altından kalkabiliriz. Borç yiğidin kamçısıdır! Daha çok çalışacağız... İsmi henüz belli olmayan kızımızın da Anouk gibi hepimize güzel seyirler, keyifli günler yaşatacağına inanıyoruz.

Desteklerinizi beklediğimizi anlamışsınızdır tahminimce :))

Sevgilerimizle...

Bavaria 44
Tekne Boyu: 13.95 Mt.
Tekne Eni: 4.25 Mt.
Tekne Derinlik: 1,65 Mt.
Tekne Yatak Sayısı: 8 (+yatak olan masa)
Tekne Kabin Sayısı: 3+1 (ranza)+1 (yatak olan masa)
Tekne Duş & Tuvalet: 2
Tekne Yakıt Kapasitesi: 210 Lt.
Tekne Su Kapasitesi: 360 Lt.
Tekne Markası ve Modeli: Bavaria 44
Tekne Üretim Yılı: 2004
Tekne Motoru (Marka ve Güç): Volvo D2-55
Yelken Tipi: Furling Genoa, Furling Main Sail

20 Ocak 2010 Çarşamba

15.01.2010


Anouk'a Veda

O bizim ilk kızımızdı, emanetti.

Aylardan Nisan, elimde kocaman bir çanta sabahın köründe Marmaris’e varmış, bağlı olduğu marinaya heyecan içerisinde, “acaba”larla gitmiştim. Allamışlar, pullamışlar, tertemiz etmiş, anahtarını elime vermişlerdi.

Biz ona yabancıydık, o da bize. Pek nazlıydı. Yavaş yavaş birbirimizin huyunu suyunu anlar olduk; tepkileri ölçtük, biçtik orta yolu bulduk. Elimizden geldiğince iyi baktık, hediyeler aldık, tatlı sularla yıkadık.

Her şeyi sizlerle yaşadık o kısacık dönemde; ne fırtınalar, ne kahkahalar gördük geçirdik birlikte. Müteşekkiriz!

Gözümüzün nuru oldu. Çok sevdik. Sizlerin sayesinde alnımız ak, sırtımız dik ama ayrılığın verdiği hüzünle biraz da mahzun vedalaştık.

Çok istedik alabilmeyi. O bizim ilk “ekmek teknemiz”di. Beğenmediler teklifimizi. Aralık 28’de teslim ettik.

Hoşça kal Anouk! Bordanda suyun eksik olmasın, sintinene su dolmasın, iyi denizcilerle keyifli seyirler olsun…


















31.12.2009


İnançla, Severek, Sevilerek

Sayfa boş.. Sayfa beyaz.. Sayfa tertemiz..

Oysa birazdan kelimeler renklendirecek beyaz sayfaları, satırlar birbirini kovalayacak boş sayfada. Dolacak, dolacak, dolacak.. Kah hüzün, kah sevinç paylaşılacak. Yine birlikte gülüp, yine birlikte ağlayacağız o sayfalarda.

Yetmeyecek bazen telefonları çaldıracağız, buluşacağız belki de sarılıp hasret gidereceğiz. Kırık kalpleri onarmaya, yeni kalpler kırmaya başlayacağız. Yeni bebeklerin çığlıklarıyla mutlu olup, göçüp gidenlere gözyaşı dökeceğiz.

Fırtınalarda mücadeleye devam edip sığınacak limanlar bulacağız, hiç yorulmayacağız; İnançla, severek, sevilerek..

Saatler günleri, günler ayları, aylar yılları kovalayacak..

2009, 2010, 2011, 2012...

Çalışacağız, yorulacağız, düşüp kalkacak ve yeniden yolumuza devam edeceğiz, her gün biraz daha büyüyecek, her sabah daha farklı kalkacağız, ışığımız hiç sönmeyecek, umudumuz hep varolacak..

İnançla, severek, sevilerek...

Hepinize mutlu yıllar dileriz!



19.11.2009


Biraz Deniz, Biraz Kara: Kayaköy, Af Kule Manastırı



Ufuk kırmızı, yer gök kırmızı, güneş kırmızı.. Fethiye Körfezinde yelkenlerimizle süzülürken Rodos'un ardından güne veda eden güneşi hayranlıkla izliyoruz. Kış bir başka, deniz bir başka, Türkiye bir başka güzel...





Tekneyi öğrencilerimize teslim bahanesiyle kendimize ayırdık geçtiğimiz haftasonunu. Kah denizde, hak karada dolaştık. Bazen yelken bastık, balık tuttuk, bazen dağ taş tepe aştık, Kaya Köy'ü, Af Manastırı'nı gezdik.
Ankara'nın ardından sabah gözlerimizi güneşe açmak, denize uyanmak bir başka oluyor. Soğuk ve rutubetli bir gecenin sonunda 20'leri aşan sıcaklıkla ister istemez dertlerinizden sıyrılıyor, yüzünüze kocaman bir gülümseme yerleşiyor. Bilmiyorlar ki kara-kuru bir şehirden geliyoruz; domuz gribinden ürkmüş, trafikten bezmişiz.




Her kıyı kasabasında olduğu gibi Fethiye'de de birçok Ankaralı yaşamakta. Bizim de çok sevdiğimiz dünya iyisi Veli Abimiz tasını tarağını topladı, işini-gücünü devretti, buldu bir sevgili ya balıkta, ya gezmede. Yanlış anlaşılmasın onun sevgilisi bir Bavaria. Sağolsun bize ikinci bir ev, bir abi, bir dost oldu.

Fethiye Körfezi'nde akyadan tutun palamuta, mercandan lambukaya, ay balığından barbuna çeşit çeşit balık mevcut. Tabi tutabilene! Biz tatil havasını soluduğumuzdan öğle saatlerinde çıkınca kaldık kaya balıklarına. Olsun rızkımızı tutup karnımızı doyurduk. Paşa barbun, mercan, hani, karagöz.. Hepsinden öte 3 gün boyunca şahit olduğumuz gün batımını kelimelerle ifade edebilmem mümkün değil. Hele hele havada pusun olmaması, Rodos'u izlememize bile müsaade etti.


Son günümüzü ise karada geçirmeye karar verdik. Köylülerini yakından tanıdığımız Kayaköy ve çevresineydi yolculuğumuz. Fazla bilgimiz yoktu yola çıktığımızda. Fakat karşımıza çıkan taş, çatısız-kapısız-penceresiz evler ağzımızı açık bıraktı. Biraz araştırdık ve ilginç bir hikayeyle karşılaştık (ilgilenenler aşağıda okuyabilirler). İçimiz sızladı tarihi kalıntılara bakınca, okuduğumuz mübadele anıları dimağımızda canlandı birden. Kimbilir kaç sevdalı ayrı düştü, kaç aile kaybolup gitti.

Kış vaktine denk geldiğinden sakindi her yer. Birçok lokanta ve pansiyon dikkatimizi çekti. Yaz aylarında sanat atölyeleri kuruluyor, yerli-yabancı birçok konuk ağarlanıyormuş Kayaköy'de. Gidin-görün mutlaka.


Bir sonraki rotamız Gemile Koyu idi. Hep denizden gittiğimiz, Gemile Adası'na bakan küçük koyu bu sefer arabamızla ziyaret ettik. Zaten iskelesi olmadığından ancak Ada'ya bağlanıp botunuzla gidebilirsiniz. Tesiste 7 adet köfte, bir tabak patates kızartmasına 40 Lira verince pek de memnun kalmadık tabi! Ama Baba Dağının ihtişamı her zamanki gibi etkileyiciydi.


Saatler ilerledikçe güneşi Af Kule'de (Hagios Elefterios Manastırı'nda) batırmaya karar verdik. İşin kötü yanı güneş batmak üzere ve bizim yanımızda fener yok! 20 dakikalık tempolu yürüyüş sırasında boyalı taşları takip ederken büyük avcı Benhür domuz izlerini gösterince tamam dedik, karada da heyecan var! Nefes nefese kanter içerisinde yürüyüşün sonunda karşılaştığımız manzara bir kere daha ağzımıza sinek kaçırttı. Rodos, İblis Burnu, Kurtoğlu hepsi karşımızda. Güneş kırmızı tabak gibi, bir de yelkenli tekne. Kaldık eski bir Sony'ye, yok ki bir Nikon hediye eden :-))












Tamam bir manastır, ibadet hatta saklanma yeri. Ama "Kardeşim adamlar cüce miymiş peki, hiç mi ziyaretçisi yokmuş?" şeklinde söylenip durduk. Gezi sonunda öğrendik ki efsaneye göre manastır, Elefterios adında bir keşiş tarafından dilenerek topladığı basit aletlerle ana kayayı oyarak yapmış ve ömrünün sonuna kadar da burada çile çekmiş. Çileyi basamakları inip çıkmakta çektiği aşikar! Hayran hayran güneşi batırdık, kare kare resimler aldık.


Hadi bakalım dönüşe. Hava alacakaranlık, etraf ormanlık, fener yok, yolda domuz izleri. Ben bir Miss. Peggy'yi hatırladığımdan sevimli buluyorum hayvancıkları. Lakin ezer geçerlermiş kendileri, hani o kadar da sevimli değillermiş. E ne yapacağız? Başladık şarkılar söylemeye, el çırpmaya. Biri duysa, görse karizma yerle bir! Neyse boyalı işaretleri takip ederek, yine kan ter içerisinde arabamıza varabildik. Uzunları yaktık, pencereleri kapadık, köye doğru ilerledik.


Yorgun, argın ama yeni yerler gezmenin keyfiyle evimize attık kendimizi...



Kayaköy


"Halk arasında kasabanın 19. yüzyıl başında Fethiyeli Kör Kasap adında bir Rum tarafından kurulduğu anlatılıyor. Lakin, Kayaköy tarihi çok eskilere dayanır. Kasabanın antik çağda Karmylessos olarak bilinen antik kentin kalıntıları üzerine kurulduğu varsayılıyor. Yörede oturanlar yükseltilerle çevrili küçük ovaya 'Kaya Çukuru' adını vermiş. Kaya çukuruna kuzeyden girişte, Gökçeburun mevkiinde İ.Ö. 4. yy.a ait üç adet lahit mezar ile üzerinde Likçe yazıtlarıyla aynı sayıdaki kaya mezarları Karmylessos’un burada olduğunu düşündürmektedir.




Kasabanın eski adı olan Levissi’ye ilk olarak 14.yüzyıl’da bölgeye gelen İtalyan gezgin Sanuda’nın anılarında rastlanıyor. Levissi’nin ilk olarak 7. ya da 8.yüzyıl’da Arap akınlarından kaçan Gemile Adası sakinlerince kurulduğu sanılıyor. Rumlar düzlüğe yerleşmeyip, kayalık yamaçlara evlerini kurmuşlar, eğimli araziyle uyumlu, birbirinin manzarasını ve ışığını kesmeyen kutu gibi tek ya da iki odalı küçücük evler inşa etmişler. Su kaynakları kısıtlı olduğu için her eve yağmur sularını topladıkları sarnıçlar yapılmış.


19.yy.ın sonunda kasaba kaza merkezi Fethiye’yi geçmiş; o yıllarda Kayaköy’de (Levissi) 3137 Rum yaşarken; Fethiye’de (Makri) 1500 kişi yaşıyormuş. Kayaköy Rumları çoğunlukla Rodos gibi Ege adalarından gelerek buraya yerleşmiş, geçimlerini daha çok marangozluk, demircilik, bakırcılık ve kalaycılık gibi sanatları icra ederek kazanırlarmış, birçoğu da çevredeki Türk köylerine işçi olarak çalışmaya gidermiş. 1923 yılındaki nüfus mübadelesinden sonra kasabanın Rumları Yunanistan’a gönderilmiş; Fethiye ve Kayaköy’den göç eden Rumlar, Atina’nın Nea Makri mahallesine yerleşmiş. Selanik civarından gelen Türkler ise Kayaköy’e yerleştirilmiş. Türkler; altında ahır, üstünde tek göz oda olan evlerde ve suyu olmayan kasabada yaşayamamış, birkaç aile dışında tamamı aldıkları evleri devlete geri verip başka yerlere göç etmiş. Bazı aileler ise ovada yeni bir köy kurmuş. İkinci kez boşalan evlere bir daha kimse yerleşmemiş, bu nedenle Kayaköy içinde kimsenin yaşamadığı hayalet bir kent durumuna gelmiş."