19 Ağustos 2008 Salı

Gökova - Löngöz

Ertesi sabah atladık botumuza, gittik KonTiki teknesine sohbete. Ankaralı Mehmet Bey, eşi, gelini ve torunu ile birlikte Bodrum’dan çıkmış seyre. 2005’te teknesini satıp KonTiki’yi yapmaya başlamış. Yapmaya başlamış diyorum, çünkü suya indirmiş olmasına rağmen hala çok eksiği olduğundan, tekne yapmanın almaktan çok daha pahalıya patladığından, eşi ise ne kadar yıpranıp yorulduklarından bahsetti – ne çare ki bizimki hala kendi teknesini yapmakta kararlı!

Ziyaret kısa sürmeliymiş deyip kendi teknemize geçtik ve hafif rüzgarda keyifli bir yelken seyri ile “Yedi Adalar”a doğru yola koyulduk. Sadun Üstad “çam ormanları ile kaplı güney sahilleri önünde dört ada, kıyı ile aralarında, 2 milden geniş, koca bir körfez oluşturur. Bunun içinde yer alan, her havada barınılacak sayısız koyda, birçok yat, birbirini rahatsız etmeden kalabilir” şeklinde bahseder Yedi Adalar’dan. Hakikaten de birçoğu teknelerce işgal edilmiş küçük küçük bir çok koy. Orası burası derken, tam bir yeri gözümüze kestirmişken bizim kaptanın gözlükleri bağlı bir teknedeki çıplakları görmesin mi? Hayır biz de bakıyoruz ama niye görmüyoruz ki??? Tabi vazgeçtik oradan da. Ümidimizi kesmişken bize göre tek teknelik bir koy bulup kayalara bağlanıverdik. Aman ne de keyifli oluyormuş koyu kapatmak! Biraz deniz, biraz yemek, derken vakit yine geçivermiş.

Aldık demirimizi düştük yine yollara.. Akşama Löngöz’de mangal var! Gökova muhteşem bir yer. Sanki sonu gelmeyecek bir koridorda yol alıyorsunuz. Girip çıktığınız her koy ya da her bük kendi içinde de koylara bölünüyor. Karaağaç Limanı, Küfre Koyu, Teke Burnu ve Hırsız Liman, Löngöz Koyu’na, diğer adıyla Kargılıbük’e varıncaya kadar durmadan uğradığımız, girip de görmemezlik edemediğimiz diğer yerlerdi. Ah bir de uçağımız olaydı da o güzellikleri yukarıdan görüntüleyebilseydik!

Löngöz’e vardığımızda 3 gulet, 2 yelkenli çoktan kıçtan kara bağlanmıştı bile. Sağ olsunlar bize de bir yer bırakmışlar. Demirimizi iki guletin ortasına attık, bir güzel yanaştık. Kıyıda mangala yer hazır. Ama önce biraz deniz, biraz keyif, biraz da keşif! Sanki koyun sonuna doğru bir tesis var, ayrıca sazlıklar da olduğuna göre azmak mevcut. Gidip bir bakmak lazım. Atladık botumuza dikkatli bir şekilde tesise doğru yol aldık. Sazlık gördünüz mü fazla yanaşmayacaksınız. Derinlik ancak botumuza izin veriyor. Kırık dökük ahşaptan bir yer, tam yabancılara göre. Bizim yemek belli zaten.

Hanımlar mutfağa, beyler kıyıya! Kaptan bir elinde mangal, diğerinde botun pompası binmiş gidiyor. Botumuz da gayet sağlam ne oldu ki acep, diye düşünürken dank etti, jeton düştü! Fönümüz olmadığına göre pompayı kullanacak bizimki…

Soğanlı, domatesli koca bir salata, yoğurt, ezme daha ne olsun derken, bir de baktık ki bizim beyler mangalı unutmuş, kafa kafaya vermiş hararetli bir çalışma içerisindeler. Bağlamışlar tekneye bir halat, diğer ucu sahilde, o halata da botu, etler piştikçe biz tekneden çekiyoruz botu, boşalınca onlar kıyıdan! Guletteki İngilizler hayretler içerisinde bizi seyrediyor ve hatta dinliyorlar. Çünkü o sessizlikte bir bizden ses geliyor. “Kaptanım tavuk yeter, biraz da sucuk attırıver”, “Ooo Zeki Müren mi çalıyor, hem de Gökyüzünde Yalnız Gezen Yıldızlar, açın sesini biraz daha”…


Bu arada yanımızda 3 ördek. Besleyelim diye düşünürken bizim avcı kaptan “aman ha sonra gece boyu vrak vrak başımızdan gitmezler” diye uyarıverdi. Hayvanlar da bizim gibi cin valla. Oluşturmuşlar bir üçgen, önce karşıdaki ilk gulete, sonra ikincisine, sonra yine bize uğruyorlar. Yemek bitene kadar öyle dolandılar. Bu hengamede bir de ne görelim, tam karşımızdaki tepenin arkasından mehtap doğuyor. Olağanüstü!


Ne kadar şükretsek azdır, muhteşem bir ülkede yaşıyor, her gün yeni bir güzelliğini keşfedebiliyor ve bunları çok sevdiğimiz insanlarla paylaşabiliyoruz…

16 Ağustos 2008 Cumartesi

Gökova - Bördübet (Amazon)


Uçsuz bucaksız bir deniz… Suya yansıyan tepeler… Havada uçuşan onlarca orkinos…

Böyle başladı Bodrum-Gökova seyrimiz. 30-35 knot esen havadan eser kalmamış, inadına sakin, inadına sessiz.. Sanki “hoş geldin” mesajı yolluyordu dans eden orkinoslar.. Avcımız denedi ama nafile, onların niyeti oyun, yemek değil..

25-30 mil kadar yol aldıktan sonra muhteşem Bördübet büküne vardık. Önümüzde seyreden mini filotillanın yanaşmasını bekledikten sonra azmağa en yakın yere demir attık. Tabi ki tek seferde olmadı. Bir iki kez gittik geldik. “Aman pek güzel tuttu demir, hiç oynamıyor teknemiz” diye düşünürken, kıç halatını bağlayıp maskeyle kontrolde bir de baktık ki pek güzel oturmuşuz kuma! Hadi gerisin geri çözdük halatı, yeni bir yer beğenip, tekrar attık demiri. Bu sefer tamam.

Yemek sahilde, Amazon Camping’de. Ama öncesinde biraz deniz, biraz çay.. Havanın durgunluğu, günün yorgunluğu, derken hafiften esen rüzgar, akabinde çiseleyen yağmur.. Doğanın bize sunduğu nimetlerin ardı arkası kesilmiyor..


Hava kararmadan azmaktan dingimizle geçip restorana varmak istiyoruz. İlk ekip yola çıkıyor, diğer ekip ise “acaba karadan yürüyerek mi gitsek” diye düşünüyor. İlk ekipten “aman bu yol çok korkunç, yürüyün” uyarısı gelse de, “biz de macera istiyoruz, biz de timsah görmeliyiz” isyanıyla bekliyoruz. O esnada nasıl olduysa (!) Ankaralı bir kaptanla tanışıyoruz. Kendi teknesini yaptığını, ailesiyle tatilde olduğunu öğreniyoruz. Tabi ki ertesi sabah kapılarını çalıyoruz.




Bizim azmak kabaca 500 mt. Kısa bir mesafe, ama en derin yerinin 30 cm. olduğu düşünülürse bizi zorlayacağı aşikar. Nispeten derin yerlere yol gösterici işaretler, yer yer de şamandıralar koymuşlar. Aydınlıkta iyi de, bir de dönüşü var bunun. İsmiyle uygun bir bölge, Amazon. Dev ağaçların gökyüzünde kavuştuğu, timsahların her an ortaya çıkacakmışcasına beklendiği, börtü böcüğün uçuştuğu, outboard’umuzun bir havada, bir denizde olduğu heyecanlı bir 500 mt.! Mutlaka yaşanmalı, mutlaka gidilmeli.

Kıyıya vardığımızda “Don’t feed the crocodiles” yazısıyla ı-nı-nı-nıııın diyoruz. Dingimizden apar topar inip yıkık dökük iskele parçacığına bağlanıyoruz. Kamp gayet güzel, sahipleri de Ankara’dan tanıdık yüzler. Her şey güzel de dönüş nasıl olacak? İlk grup “biz yürürüz” deyip maceradan kaçar, diğerleri şarjı bitmekte olan bir projektörle kapkaranlık bir gecede, ıssız bir ormanda, işaretlerin dışına çıkmadan yol almaya çalışır. Zor, ürkütücü ama bir o kadar da heyecanlı.

Tam da bu duygular içerisinde çekim yaparken hemen kıyıda, 5 metre ilerimizde 3 kişilik bir aile durmuş hayretler içerisinde bizi seyrediyordu. “Tamam biz de biliyoruz orada timsah olmadığını, ne var yani biraz macera istediysek!”

Tekneye vardığımızda bizim ilk ekip karada ağaç olmuş ve hatta meyve vermiş bir şekilde bizi bekliyordu… Eh yürüyünce yol 10 dakika sürüyormuş, bunu da öğrenmiş olduk..

Teknemize bindik, çayımızı içtik, doğanın verdiği huzurla gecemizi bir türlü bitiremedik. Zaten böyle bir geceyi de ancak Sezen Aksu bitirebilirdi.


Tanrı istemezse yaprak düşmezmiş…

5-12 Temmuz Fethiye-Göcek-Gemiler-Fethiye 3

Tuvalet temizliğimizden sonra Fethiye'ye dönüp erzak takviyesi yaptık, ama duş almadık! "Biz, denizde temizleniriz" diyen ekip marinada fazla oyalanmadı. Birkaç saatin ardından Turunçpınar'ına doğru hareket ettik.

Turunçpınarı, Fethiye Körfezi'nin en güzel koylarından biridir. Araba yolu yoktur. Tatlı su bulunduğu için yörenin en temiz mekanıdır. Çok da meşhurdur. Geçen sene Demi Moore ve 50 kişilik ekibi 2 gün koyu kapatmıştı. Zaman zaman düğünlere tanık olabiliyoruz. Balığı kendileri tutuyor, meyve-sebzeyi arka bahçelerinde yetiştiriyorlar. Gencecik kızlar, tertemiz kıyafetleri, güler yüzleriyle hizmet ediyorlar. Masaya konan her yemek mutlaka bahçe çiçekleriyle süsleniyor. Küçük bir kumsalı, T şeklinde yüzer iskelesi ve yüzen şamandıralı tonozları mevcut. "Yok ben iskeleye çıkmam" diyenler demir atıp kıyıdaki babalara yahut kayalıklara bağlanabiliyor. Her halukarda Ahmet teknesiyle gelip yardımcı oluyor! Güzel manzara, kaliteli hizmet, iyi insanlar ve tüm bunların bedeli olan güzel bir hesap.

Haftalık turlarda adet olduğu üzere 2 geceyi bu koyda geçirdikten sonra Cuma günü pırıl pırıl bir günde Kelebekler Vadisi'ne doğru hareket ettik. 6 ayrı kanaldan aldığımız hava raporu motor seyri yapacağımızı söylüyordu. Gayet sıkıcı gözüküyordu. İblis Burnuna yaklaşırken hava 10-15 knot esiyordu, keyifli bir yelken seyri yapıyorduk. İblis'i döner dönmezse hava durdu, indirdik yelkenleri, açtık motoru. Boş bulunup "çok sıkıldım, kitap okumak da kesmiyor" deme gafletinde bulundum. Ben böyle dem vururken Benhür'de birden ortaya çıkmış bulutlara bakıp "aaa soğuk cephe geliyor galiba" dedi. Dedi de tahminler tam tersini söylüyor. O an fazla üstünde durmadık. İlk hatamız buydu.

Kelebekler Vadisi son derece ihtişamlı bir koy. Pırıl pırıl bir deniz, dev kayalar. Mutlaka görülmesi gereken bambaşka bir yer. Koyun sağ tarafına büyükçe bir motoryat yanaşmış, biraz ilerideyse bizimki kadar bir yelkenli. Attık demirimizi girdik aralarına. Maalesef 50 metrelik halatımız olmadığı için diğer tüm halatları birbirine bağladık ve kıyıda bulabildiğimiz en geniş taşa ucu ucuna bağlandık. Gecelemeyeceğimiz için, hava da gayet sakin olduğundan bunun da fazla üstünde durmadık. Denize girdik, yüzdük, kıyıda kumlara bastık -değişik bir duyguydu! Tüm bunları yaparken biz yine Benhür'le tepemizdeki yağmur bulutlarına bakıp anlamsız bir diyaloğa girdik:

B: Aaa bak yağmur bulutları..
C: E peki nerede bunun rüzgarı?
B: ... (derin bir sessizlik)

Tekneye geri yüzdük, motoryattan boşaldığını düşündüğümüz pis sulara küfür ettik, onlar ayrılırlarken kıyıdaki insanlar gibi "hadi güle güle" dedik ve hepimiz işimize koyulduk. Bu esnada önce hava kapadı, sonra hafif hafif rüzgar esmeye başladı. Tam mutfağa ton balıklı makarna hazırlamaya inmişken, "halat koptuuuuuuuu" çığlığıyla bir elimde salçacık, diğerinde tahta kaşık fırladım yukarıya. Aynı anda Benhür de "Badem" misali çekmiş kendini sudan, çalıştırıyor motoru yatar vaziyette. Bir anda çıkan fırtına ile bizim kayadaki halat yerinden çıkmış, tekne de boşta kalmış. O bir ton laf ettiğimiz motoryat ayrılmamış olsaydı hala onların bordasında seyahat ediyor olabilirdik! Son sürat boşta kalan halatı çekerken (pervaneye dolanma ihtimaline karşı), diğer yanımızdaki teknenin halatının üzerine düşmemek için de ayrı bir çaba sarfediyorduk. O tekne de çıkış yaptıktan sonra kaldık bir başımıza. Allahtan rüzgar karadan denize doğru esiyordu da tekne açığa doğru kaydı. Tabi tüm bunlar yaşanırken hava almış başını gitmiş, esiyor 30. Heyecan dorukta, çünkü gözler demirde. Taradı tarayacak. Taramadı, demekki taktık bir kayaya! Herşeyi oluruna bırakıp biraz beklemeye karar verdik. Yağmur yağarsa rüzgar dinecek, o belli. Tek sıkıntı, yağmurdan sonra rüzgarın yön değiştirme ihtimali. Girdim ben yine mutfağa, pişirdim yemekleri, doyurdum karınları, yıkadım bulaşıkları. Yağmurda yağdı. Hava biraz düşer (20'lerde esiyor hala) gibi olunca, olanca hızımızla başladık demiri toplamaya. Canımız demirimiz, o şiddette rüzgara rağmen hiçbir yere takılmadan tutmuş bizi; tıpış tıpış çıktı yukarıya.

Hava da iyice kararmış. Ya 4 mil güneye, ya 4 mil kuzeye çıkacağız. Programı bozmayıp kuzeye, SoğukSu'ya doğru çıkmaya karar verdik. Koca denizde bir biz, bir de 30 üzeri sağanaklar.. Oturduk hepimiz rüzgarüstüne seyrediyoruz gelen rüzgarı.. Gece olmadan vardık Soğuk Su'ya. Bu sefer de yer sıkıntısı var mı! Sesleniyoruz restorana "Aliiii, Aliiii" duyan yok. Elin gavuru gelmiş, atmış zinciri taa koyun karşısına kadar, bir de geçmiş başa "line, line" diye bağırıyor. Epey nazar ettik, sabaha hepsinin demiri takılmıştı !! Sığdırdık kendimizi olmayacak bir köşeye, aldık çift koltuk, attık çift demir. Adı üstünde Soğuk Su, titretiyor adamı.. Oooh bir güzel kendimize geldik.

Sabah yine hava tahmini tertemiz. Rüzgar da kesmiş zaten. Gözlemeci Sancar'a bir patatesli, bir peynirli yaptırtıp duruyoruz. Taze taze, incecik gözlemeleri hooop mideye. Üstüne bir de muzlu çikolatalı.. Tam doping hani! Yine de içim huzursuz. Çok geçe kalmak istemiyorum ama çocukları da denizden çıkaramıyorum. Öğleyin 12'ye doğru halatları, demirleri topladık, Gemiler'e doğru yol aldık, oradan çıktık kıyı seyriyle uzaktan gördüğümüz mağaralara baktık. İblis Burnu'nu döner dönmez ise bir de baktık ki bizim soğuk cephe bulutları hemen önümüzde, yağmur bulutları Fethiye'nin üzerinde.. Biraz yelken falan derken karşıda şimşekler çakmaya başladı. Acilen toparlandık, bastık gaza. Önce fırtına mı, yoksa biz mi marinaya gireceğiz kestiremiyoruz. Şövalye Ada'sını geçmemizle en ciddi fırtınanın içine düşmemiz de bir oldu. 40.5 knot iskelemizden vuruyor, sanki orsa seyirdeymiş gibi bizi biiir güzel yatırıyor. Menemen testileri gibi dizilmiş, önlü arkalı birçok tekne marinaya girmek için çırpınıyoruz. Yabancılar çoktan can yeleklerini giymiş. Telsiz anonsları birbirini izliyor "acil giriş yapmak istiyoruz, lütfen yardım", "girişte bekleyin lütfen". İyi güzel de nerede, nasıl bekleyelim? Rüzgar bastıkça tekneler savruluyor. En iyi yeri biz kaptık. Girişin hemen yanında dalgakırana bordalamış motoryatların hemen önünde yaklaşık 1,5 saat bekledikten sonra bize de sıra geldi ve heyecanla görev dağılımı yapıp yerlerimize geçtik. Pontonda 2, yan teknede 2 kişi, denizde 2 bot, herkez hazır yardıma bekliyor. Allahtan rüzgarı tam karşıdan alıyoruz ve yanaşmamız esnasında da rüzgar 20'lere kadar düşüyor. Artık bu kadar yardımı karşılıksız bırakmamak lazım, deyip bir güzel yanaşıyoruz. Ama hızımızı da alamayıp diğer teknelere yardıma gidiyoruz. (Daha sonra öğrendiğimize göre aynı gün Göbün'de 58 knot esmiş!)


Bu keyifli seyri paylaştığımız güzel aileye de tekrar teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Yarın yeni bir seyir, yeni heyecanlar başlıyor. İmkan oldukça yine sizlerle paylaşacağız. İnşallah çok hırpalanmaz, güzel bir seyir yaparız. Muhtemel rotamız Hisarönü Körfezi, ama herşey havaya bağlı.

Denizsiz, seyirsiz kalmamanız ümidiyle..

5-12 Temmuz Fethiye-Göcek-Gemiler-Fethiye 2

Horoz naraları eşliğinde tipik bir Sarsala gecesinden sonra restoranda kahvaltımızı yapıp, bir güzel serinleyip Boynuzbükü'ne doğru apaz/geniş apaz seyri yaptık. Hamam tarafı yine uçuruyordu. Boynuzbükü'nün hemen ağızında boş bir koy yakalayıp demirimizi attık, muşambamızı tepemize geçirdik!! Ankara'da çadır bezi/Amerikan bezi tente siparişimize cevap olarak birazcık ağır bir muşamba geldi. Yapacak birşey yok tabi.. Neyse birşeyler atıştırıp yeniden denize girdikten sonra baktık ki yine akşam oluyor. Zaten yanımıza yanaşan guletlerden de fenalık gelince Domuz Adasına doğru hareket ettik. Simavilerin evinin hemen yanında yer alan girintideki babalardan birine, uzunca bir süre demir atma çalışması yaptıktan sonra bağlanabildik. Demir atmak öyle kolay değildir. Atarsın tutmaz, bir daha atarsın yine tutmaz, bir daha bir daha derken bakarsın canın çıkmış. O inat, sen inat, ya bir iskele bulursun, ya da demir tutar zaman geçer ama başarırsın!!

Geçen seneden adet olduğu üzere teknenin kıçında saçlarımızı şampuanlayıp (marin şampuanı Göcek'ten temin edebiliyoruz) bir güzel yüzdük, serinledik, temizlendik, su sarfiyatında da bulunmadık. Çaylar, kahveler derken, karnımızı da doyurduk.. Çevremizde kimse yok, deniz sakin, gece mehtapsız ama yakamoz, samanyolu yetiyor zaten.. Hele ki ilerleyen saatlerde Benhür Kaptanımın yakamoz şovu... Gecenin karanlığında yüzerken tüm vücudunu pırlantalar sarıyordu, sanki kanat çırpan dev bir kelebek gibiydi.

Yavaş yavaş gecenin ağırlığı üzerimize düşerken misafirlerimiz de bir bir yatmaya başladı. Fakat olmazsa olmaz Murphy bir kere daha kapımızı çaldı. Tuvalete son giren kişi olarak Benhür yanıma gelip pompanın çalışmadığını, şişip kaldığını, basmaya çalıştıkça da pis su geldiğini söyleyince bir kere daha maceranın başladığını anladık!!! O saatte yapacak birşey olmadığından ihtiyacı olanların yakamozlar eşliğinde ihtiyaç giderebileceğine karar verdik. Zaten ayakta da bir ben kalmıştım. Artık tuvaletsiz okyanus aşanların ne yaptıklarını gayet iyi öğrenmiş vaziyetteyim...

Sabah sabah gözümüzü açar açmaz sorunun ne olduğunu anlamaya çalıştık. Vanayı açmamıza rağmen pis su tankı boşalmıyor. İçeriye temiz su akışı da yok. Ya kağıt atılmış tıkanmış, ya da bilmediğimiz başka bir durum. MTM'nin çalışanlarından Serdar'a danıştık. İlk önerisini uyguladık. Kaptanın biri suda, botun pompasının hortumunu tuvalet çıkışına sokmuş, diğeri botta pompaya hava veriyor, bense yukarıda botu bağlamış bir kulağım, bir gözüm tuvalette (heçin hemen yanndayım) diğerleri aşağıda komut bekliyorum. Amaç herhangi bir tıkanıklık varsa hava pompalayarak dışarı atmayı sağlayabilmek. Sonuç sıfır! Bu sefer pompayı da alıp üçümüz birlikte tuvalete girdik. Allahtan iki kapısı vardı da bir nebze de olsa rahat çalışılıyordu. Aynı işlemi bu sefer tuvalette yapacaktık. Sonuç yine sıfır. Yapılması gereken son işlemi de yapmaya karar verip çoluk çocuğu havuzluğa yolladık. Benhür tuvalet tankını klozete bağlayan boruyu sökerken ben de bir elim muslukta, diğeri gider pompasında hazır ve de nazır bekliyorum. Boru çıkar çıkmaz etrafı kesif bir koku ile birlikte birazcık pislik sardı. Suyla temizleyip giderden attık. Boru tuzdan neredeyse tıkanmış vaziyette. E bunu nasıl temizleyeceğiz?

Benhür "bok yılanıyla" savaşmaya kararlı. Sarıldı yılanın boynuna, atladı denize. Savaşa savaşa çıktılar bir kayanın üzerine. Bir sağdan bir soldan bok yılanını kayaya vuruyor. Vurdukça yılanın "dolu bağırsakları" havalarda uçuşuyor. Etraf kıyamet. Birimiz gülüyor, birimiz öğürüyor.. Conan Benhür anakondayı yenip "köyümüze su getirdi". Biz heyecanla beklerken o, boruyu suya soktu, önce bulanık, ardından temiz su akışıyla içimiz rahatladı. Boru temizlenmişti, artık gönül rahatlığıyla tuvalete girebilecektik. Haydi kahvaltıya dedim ama ailemizin annesi o gün için bize mutfak yasağı getirdi: Tuvalette çalışanlar bugün ikram da bile bulunmayacaklar!

Birçok insan "bunlarla uğraşılır mı, tekne de kesin eskidir, firmanın suçu" gibi düşüncelere kapılabilir. Ama unutulmamalıdır ki asıl denizcilik budur. Başınıza bir iş gelmezse öğrenemezsiniz. Öğrenemezseniz de iyi bir denizci olamazsınız. Biz de iyi birer denizci olabilmek için bu tür aksaklıkları fırsat biliyoruz. Yeni başlayan ve başlayacak olanlar: denizcilik keyifli olduğu kadar, meşakkatlidir de, sakın unutmayın, denizden de uzak kalmayın..

Yarın: Kelebekler Vadisinde ani fırtına.. 40,5 knot esen rüzgarda marinaya yanaşma...

15 Ağustos 2008 Cuma

5-12 Temmuz Fethiye-Göcek-Gemiler-Fethiye 1


Tekne: Bavaria 36
Mürettebat: 6 kişi
Tarih: 5-12 Temmuz 2008
Rota: Fethiye-Göcek Koyları-Gemiler-Fethiye

4 Temmuz Cuma akşamı 6 sularında 6 kişi bir araçta düştük Fethiye yollarına. Afyon'da Korel Otel'de yediğimiz açık büfe yemeğin ardından Çavdır'a kadar durmadan devam ettik. Fethiye Ece Marina'ya vardığımızda saat sabahın üçbuçuğu olmuştu bile. Hava sıcak olmasına rağmen nem oranı düşüktü.

Sabah erken kalkıp MOD Cafe'de Müftağ'ın (anahtar demekmiş) hazırladığı kahvaltıları yiyip alışverişe gittik. Deli gibi malzeme aldıktan sonra üç suları "vira bismillah" deyip marinadan ayrıldık. Fethiye Adasını (Şövalye Adası'nı) geçer geçmez yelken basıp Bedri Rahmi'ye dümen tuttuk. Keyifli başlayan orsa seyrimiz her zaman ki gibi Kızıl Ada'yı geçer geçmez rüzgarın kesilmesiyle ısınmaya başladı. Dememi bekliyorsunuz ama hiç de öyle olmadı. Ana yelkeni basarken dikkatsizliğimizden bir de baktık ki yelken yukarıda sıkışmış. Daha önce çıkanlar gergin sarmadığı için direğin içinde bolluk olmuş, o da sıkışmasına sebep olmuş. Kaldık mı öyle! Hava da esiyor 17-18.. Bumbayı iyice boşladık, döndük gerisin geriye Fethiye'ye. Marina girişinde telsizle yelkenimizin arıza sebebiyle açık olduğunu bildirip yardım talebinde bulunduk. Rüzgarı karşıdan alabilmek için iskeleye kafadan yanaştık. Hemen mandarı boşlayıp indirdik yelkeni aşağıya, çıkardık direkten ve bastık yeniden. 15 dakikada halledip bir kere daha vira bismillah dedik.

Keyifli başlayan orsa seyrimiz her zaman ki gibi Kızıl Ada'yı geçer geçmez rüzgarın kesilmesiyle ısınmaya başladı. Deja Vu !!! Bedri Rahmi'de bir güzel serinleyip patates kızartmalarımızı yedik ve tekneye geri döndük.

Ertesi gün öğle saatlerine kadar denizde oynadıktan sonra yelkene çıktık. Hava 17-18, rota Yavansu, iki yelken de tek camadanlı. Hamam önüne yaklaştıkça hava da artıyor. 22-23, 24-25, Allah ne verdiyse artık.. Olacak gibi değil.
Tek camadan da bile dümende sıkıntı çekince vurduk ikinci camadanı. Sağanaklarda oldu 27-28, 29-30. Yavansu'ya vardık varmasına da yanaşmak imkansız, hava bir türlü dinmiyor. Fakat kararlıyız, akşama mangalda kaburga! Baktık bulduk bir saçak altı, attık demiri, bağladık halatı, daldık denize, üstüne bir de çay, oooh değmeyin keyfimize. Saat 8 gibi hava kalınca aldık demiri, yanaştık iskeleye. Beyler mangal hazırlığı yaparken biz de eşlikçilerini yaptık. Kaburga üstü kuzu şişler bittikten sonra teknemize dönüp jeneratörün kapanmasını bekledik. Boş bir bekleme değildi bizimkisi. Fonda Sezen Aksu, gökte yıldızlar, suda yakamoz...

Pazartesi sabah kahvaltısından sonra rüzgar olmadığı için Ağa Limanına gidip denize girmeye karar verdik. Çok güzel bir yer bulup attık demiri. Sakin bir gündü, çok şükür. Akşamüzeri ise balık yemeğe karar verdiğimiz için Sarsala'ya geçtik. Yemekten sonra kafa fenerinin kırmızı yanıp sönen ışığını da kullanarak disco ortamı yarattık. Kah Macarena dansı, kah Elvis hareketleriyle diğer Fransız tekneleriyle kaynaşıp eğlendik. Böylece bir günü ve geceyi daha bolca eğlenerek devirmiş olduk..

Ertesi yarın.. B*k'a battığımız an !!! Bekleyiniz..

13 Ağustos 2008 Çarşamba

18 Haziran 2008 Bodrum-Göcek




Kaptanlarım "rüzgarınız kolayınıza" deyin ne olur.. Sizin "rüzgarınız bol olsun" temennileriniz bizi perişan ediyor, bilesiniz!!!

Aslında Gökova'dan başlamam gerekiyor, ama taze taze bugünkü maceralarımızı aktarmak istedim. Gökova bundan sonraki mail'de..

Dün sabah (17 Haziran) erken saatte misafirlerimizi yolcu ettikten sonra havanın marinada 25 esmesiyle "işte yine başlıyor" dedik. Hava tahminleri gün boyu 7 bofor eseceğini ve gece boyu da şiddetinden pek birşey yitirmeyeceğini söylüyordu. Biz de akşam saatlerine doğru Bitez'de alargada kalmaya karar verdik. Lakin marina içindeki sağnaklardan sonra kaderimize boyun eğip 1 gece daha marinada kalalım dedik. (Bodrum Milta marinada Leap of Faith gecelik 60 Euro)

Akşam erken yatıp, sabah erken yol almak niyetindeydik ki yan tekneden Tijen Hanım bizi misafirliğe çağırdı. Tekneleri Bavaria 39. Meğer eşi ehliyetini MTM'den almış ve haliyle karşılaşmışız. Bunu da bizden 5 dakika sonra tekneye gelen ve 4 gün evvel Bördübet'te tanıştığımız Ankaralı bir başka tekne (Kon Tiki) sahibi Mehmet Bey sayesinde farkettik. Dünya hakikakaten pek küçük. Epey sohbetten sonra telefon alışverişi ile kendi teknemize döndük.

Sabah 6:30'da kalkıp 7 sularında marinadan ayrıldık. Rotamız Bodrum-Knidos-Symi'nin arkasından Serçe koyu. Marina çıkışında hemen yelkenleri bastık. 15 knot'la apaz/geniş apazdan aldığımız rüzgar yavaş yavaş şiddetlenmeye başladı, 23-24'ü buldu. Hızımız 8-9 knot arasındaydı. Sert olmasına rağmen keyifliydi. Sonra pat diye düştü, 3-4 knot. Biraz ayıbacağı ile debelendik. Ama yelkenci dediğin hava olmasa da dümen tutar, bekler. Biz de beklemeyi bildik, muradımıza erdik. Erdik ermesine de bu sefer de biraz fazla oldu. Knidos'u döner dönmez hava aniden şiddetlendi. Geniş apaz 25-26 knot tüm yelkenler açık yine 9 knot'la yol aldık. Keyifli olmasına rağmen ciddi dikkat gerektiriyor. Birimiz dümendeyken, diğerimiz ana yelken iskotasıyla hazır bekliyorduk (şiddetli sağnaklarda, tekne dümen dinlemediğinde acilen boşlamak üzere). Bir süre sonra hava yine 15'lere düştü, biz de biraz olsun rahatladık. Symi'nin arkasına düşünce bizim rüzgar da tamamen kesildi. Saat 4'ü bulmuştu. Hemen yelkenleri topladık, zaten arkadaki koyda birşeyler atıştırıp biraz dinelenelim diyorduk. Fakat köşeyi döner dönmez yine bir sürprizle karşılaştık. Bir anda geniş apaz 30 knot esmeye başladı. Bu, orsada 36'nın üstünde diyebilirim. Bununlada kalmadı, bir baktık koca bir yolcu gemisi hemen arkamızdan giriş yapmak istiyor. Zaten 10 gündür ne zaman dümene geçsem bu gemiler başıma bela oluyordu, bu sefer tam oldu. Rüzar şiddetli, koyun girişi dar, limanı tanımam, bir de yolcu gemisi.. E daha ne olsun!!! İçerisi uçuruyor, millet alarga. Fazla oyalanmadan biz de biraz alargada kaldık. Saat 5 suları demirimizi toplayıp 36 knot rüzgarı kafadan alıp koydan çıkmaya çalıştık. Sağnaklar o kadar şiddetliydi ki tekne zar zor yol alıyordu, uçup gelen damlalardan bir anda sırılsıklam olduk. Köşeyi tekrar döndüğümüzde rüzgarın dineceğini düşünüyorduk. Nitekim biraz rahatladı. Hemen yelkenleri yeniden bastık. Ana yelkeni camadanlı vurarak, farkında olmadan kendimize çok büyük bir iyilik yapmış olduk. Rüzgar 16-17 ideal, fakat bu sefer de 2-3 metreyi bulan dalgaları yandan almaya başladık. Dümende ben varım, o zaman ne oluyordu, gemiler çıkageliyordu!!! 3 adet trol teknesi üzerimize doğru yol alıyor. Dalgalar mı, rüzgar mı, trol mü, bir mücadele başladı. Dümen o kadar ağırlaştı ki kollarım ağrımaya, hatta acımaya başladı. Trollerden kaçmak için verdik kafamızı sancağa, iyice geniş apaza, hatta neredeyse pupaya. Önümüzde dönülecek 2 köşe kalmıştı. İlki Çatal Adalar dönemeci, diğeri Serçe'nin girişi. Adalar dönemecine gelmeden önce dümeni Benhür'e verdim. Verir vermez de geniş apazdan 35 esmeye başladı. Tekne dümen dinlemediği için sürekli kafasını atıyor. Hemen anayelken iskotalarnı boşladım, ardından cenovayı. Sağnaklar üzerinden parçalar kopartarak bizim üzerimizden geçip gidiyordu. Herhalde yelkenleri kapatamayacağız, dedim, artık Göcek, Kaş, Kalkan hava dinene kadar devam ederdik. Yelkenlerde öyle bir yük oluyor ki dümenci rahatlatmazsa (kontrollü bir şekilde rüzgar üstüne dönerek) camadan bile vuramıyorsunuz. Serçe'ye girebilmek için o havada bir de orsaya girmek gerekiyor. Camadan vurmazsak, broş yeriz. İş başa düştü. Benhür dümende, ben vinçlerde.. Haliyle vücuttaki morlukların ve hasarın sayısı da bayağı bir arttı (Allah beterinden saklasın!). Sağlimen camadan vurup orsaya girdik, koya doğru uzandık. Hemen akabinde de yelkenleri topladık. Topladık ama halatların hiçbiri motor stop edilmeden rodalanmadı! Saat 19:15. 12 saat dümenbaşı. Koy şamandıralı, sonunda Kaptan Nemo'nun restoranı var. Tonozu size kayıklı bir arkadaş veriyor ki bizimkisi Hasan'dı. Tonozu bağladıktan sonra 50 m.lik halatı da kendisi alıp karaya bağlıyor. Bahşişi garantiledi!

Mehtap etrafı ışıl ışıl aydınlattı. Üzerimizde tatlı bir yorgunluk. Çay. Rüzgar. Yarın Serçe-Göcek.. Hava meçhul.. Biz yatmaya..












12 Ağustos 2008 Salı

11-12 Haziran 2008 Göcek-Bodrum

11 Haziran Salı sabahı tahmin ettiğimiz üzere horoz ile uyandık. Horozun sorununu da çözdük. Arkadaşla kimse ilgilenmiyor, herhangi bir hayat emaresi olmayınca da 15 dakikada bir ötüyor!!!

Neyse.. Saat 5:30 gibi yola koyulduk. Hava hafiften esiyordu, dalgalar ise solugan şeklindeydi. Peksimeti döner dönmez tam pruvamızdan gelen rüzgar 20 knot'ı aştı, sağnaklarda 25'i görüyorduk. Dalgalar da ufak ufak hissettirmeye başladı. Öğlen bile olmadan serpintiler bize kadar gelince, sprayhood'u açtık (serpintilik). Sprayhood'un tekne için olmazsa olmazlardan olduğunu bir kere daha gördük.

Otopilot arızalı olduğundan saat başı dümenci değiştirdik. Yemek yapma lüksümüz pek olmadığından sabah kahvaltısında yoğurtlu nesfit, arada muz ve bisküvi, bolca da su içerek akşamı ettik. Bizim kaptan dünya turu diyor ama açlığa da gelemiyor, nasıl olacak bu iş merak ediyorum :-)) Tekne için bir başka olmazsa olmaz da havuzluktaki hoparlör, müzik motorun sesini biraz olsun bastırıyor. I-pod sağolsun! Ekincik açıklarında hava biraz daha sertleşti, dalgalar biraz daha büyüdü. Artık 27-28 knot sabit rüzgarı kafadan yiyorduk. Rüzgarı kafadan almanın bir başka sıkıntısı da hız yapamamak, yol alamamak. Sakin havada 6 knot hız yapabilen bu tekne ile zaman zaman 2 knots'a kadar düşüyorduk.

Marmaris açıklarına gelince artık Yunan feribotlarının da hattına girmiş olduk. Datça'ya varana dek iki kere çapariz verdik. Aslında geçiş üstünlüğü bizde olmasına rağmen, feribot yolundan ayrılmayınca son dakika manevrasıyla kurtulduk. Valla küfrü bastım. Zaten canımız çıkıyor, bir de ezilme tehlikesi geçiriyoruz.

Hisarönü Körfezine girişimizle birlikte rüzgar 35 knot'a ulaştı, 7 bofor. Denizde de bizden başka kimse kalmamıştı. Saat 18:00 sularında haritadan bulduğumuz, telefonla da arkadaşlardan bilgi aldığımız bir balıkçı barınağına giriş yaptık. Datça'nın Mesudiye ilçesine bağlı ufak bir köy. 10 teknelik ahşap kötü bir iskele yapmışlar. Zemin kumluk fakat ara ara kayalar mevcut. Derinlik 3 m. civarı. İskele tarafında en dışa yanaştık. Kıçımız dışarıda kaldığından hem kafa halatıyla yan tekneye, hem de sancaktan çift koltuk halatı ile iskeleye bağlandık.

Muhtar bey cin valla. Tekne başına 30 YTL alıp (bu rakam tekne boyuna göre değişiyormuş!) su ve elektrik olanağı veriyor. Marina fiyatı çekmiş amca. Gelin görün ki mapa yok, ahşap iskeleye halatlar koymuşlar, o halatlara bağlanıyorsunuz!! Yapacak birşey yok tabi. Zaten yorgunluk da bastırmış, maç da var, kaçmaz hani! Kendimize gelelim diye çivi gibi denize girip çapamızı da kontrol ettik. Hatta eğitim amaçlı fotoğrafını bile çektik. Su altı kamerası almamız şart!

Akşam dokuz civarı havada sakinler diye bir umut beklerken bizim bayır tepmeleri yine karşımıza çıktı. Üstelik yön de değiştirdi. Tepmeler şiddetlenmeye başlayınca köye dağılmış tekne sakinleri bir anda ortaya çıktı. Rüzgar Tek Türk teknesi olmanın gururuyla operasyona biz de iştirak ettik. Tüm tekneler baş halatlarıyla birbirlerine bağlandı. Koltuk halatları çiftlendi. En şanslı tekne bizimkiydi, bizden estiği için diğerlerine yaslanıyorduk. İmkan elverseydi biz de baş halatıyla kıyıya bağlanacaktık ama yer bulamadık. Mecburen maçı seyretmeye devam ettik.

Gece boyu devam eden tepmeler sabah sakinleşti. 8 civarı yine yola koyulduk. Koyulduk koyulmasına da bu sefer de ırgatımız arızalanmaz mı! Varan xxx. Bizim bey ya Allah bismillah deyip elle çekiverdi demirimizi. Ammaa günün güzel geçeceğinin göstergesi yunuslar oldu.
Teknenin etrafını sarıp oynamaya başladılar. Herkesin kulaklarını çınlatıp bol bol görüntü aldık. Hava gitgide duruldu. Knidos'u rahat bir biçimde döndük, fakat bizim kadar şanslı olmayan başka bir tekne maalesef kayalıklara bindirip batmış.

İlk etabın sonuna saat 15:00 civarı geldik. Bodrum Marina'ya yanaşıp giriş işlemlerimizi yaptırdık. Elektrikçiye haber verip ırgatımızı yaptırdık. Fakat otopilot hala ayva!!! Akşam saatlerinde misafirlerimiz tekneye geldiler. Sağolsunlar güzel bir Bodrum manzarası eşliğinde balığımızı da yedirdiler, sırtı pek, karnı tok marinaya döndük.

9 Haziran 2008 Göcek-Bodrum

9 Haziran Pazartesi sabahı 07:45 uçağı ile Dalaman'a indik. Havalimanında 45 dakika bekledikten sonra Havaş ile Göcek'e intikal ettik (adambaşı 17 YTL). Göcek anayoldan taksi ile saat 10:30 suları Port Göcek H pontonuna vardık (9 YTL). Transfer ve taksinin vakitten kazandırdığına karar verdik!

Alışverişimizi bitirdikten sonra tekneye yerleştik. Su tankları, gaz tüpleri, yanımızda bulundurmamız gereken evrak kontrol edildi. Eksikler giderildi. Saat 17:00 sularında marinadan ayrılıp mazotumuzu doldurduk. İlk gece Sarsala'da konaklayıp ertesi sabah, namazı takiben (hem horozumuz, hem Benhür çalar saat misali!!) Marmaris, Hisarönü Körfezine doğru yola çıkmayı planlıyorduk. Salı günü (bugün) hava sertleşeceğinden yol almak istiyorduk.

Sarsala'ya kadar herşey normaldi. Hatta otopilota takıp manzara bile seyrettik. Ta ki birisinin nazarı değene kadar!!! Sorarım şimdi kim o diye??? :-)) Koya geldiğimizde hava 20 knot civarında esiyordu. Tepeden geldiği için koyun içinde de rüzgar vardı. Koy tıklım tıklım, Ramazan Abi tonoz halatının başında, dümende ben, tonozcu Benhür. E iyi güzel. Yerim belli. Verdim tornistanı tekne ileri yol aldı. Haydaaa, dedim, manevrayı yeniden başlattım. Yedim mi bir zılgıt da bizim Kaptandan!! Biraz daha yüklendim, amaaan tekne ileri gidiyor yine. Hatta vites boşta iken de pervane dönüyor. Dön bakalım Göcek'e.. Anladık ki vites teli kopmuş. Biraz uğraştık, olacak gibi değil. Varan 1

Marinaya vardığımızda saat 20:30'u bulmuştu. Telsizle teknemizde arıza olduğunu, içeride bir yere giriş yapmak istediğimzi ve yardım talebimizi ilettik. C pontonuna doğru vites boşta, fakat hareket halinde yola devam ettik. C'ye döner dönmez motoru stop ettik. Bu sefer dümende Benhür Kaptanım, tonozda ben vardım. Tonozu bağladık, palamarcı arkadaş da ittire kaktıra bizi yerleştirdi. Sağolsun çocuklar, teli de alıp bizi karşılamaya gelmişler. Saat 21:30 civarı tel değişimi bitti, biz de yeni bir tecrübe daha edinmenin mutluluğu (!) ile Can Restorana doğru açlığımızı bastırmaya gittik.

Amacımız yine sabah erken yola koyulmaktı. Gelin görün ki gece boyu artarak süren rüzgar sabah saatlerinde bize "bugün de marinadasınız, oturun oturduğunuz yerde" dedi. Varan 2

Öğleden sonraya kadar batıdan esen zaman zaman 30 knot'ı bulan bir rüzgarla teknede mahsur kalmanın dayanılmaz hafifliğini yaşadık. Bayır tepmelerinin arası açılınca şansımızı denemeye karar verdik. Saat 15:00 sularında tekrar marinadan ayrıldık. Bu sefer de otopilot arızaya geçmez mi! Varan 3

Delikanlı denizci otopilot mu kullanır nidalarıyla yola devam ettik. Hatta Körfeze açılalım, Peksimet'i görelim dedik. Gördükte hakikaten ama kaba dalgaları pruvamızda!! Varan 4

Benhür'ün "çabuk dön kocaman 2 dalga geliyor" çığlıyla bismillah diyerek bağlanabileciğimiz bir koy arayışına girdik. Dalga boyu 2-3 m., hava batıdan (bizim pruvamızdan) 30-35 knot. Eh akşamın 6'sında her yer kapıldığı için Sarsala'ya geri döndük. Bir an dejavu olacak diye endişe etmedim değil hani. Tornistanı korkarak verdim ama birşey olmadı :-)) Başarıyla yanaştıktan sonra yemeğimizi yedik, teknemize döndük.

Hedefimiz sabah 5'te yola koyulmak. Perşembe günü Knidos'u dönmüş, Bodrum'a varmış olmamız lazım. Gerçi Knidos yarın da 35-40 esiyor ama bakalım, gün doğmadan neler doğarmış..