14 Nisan 2012 Cumartesi

"Koy"da Bir Bahar Sabahı



Uzaktan gördünüz mü fırının dumanını, değer burnunuza ekmeğin kokusu. Özlemişsinizdir, burnunuzda tütmüştür; tabi koca bir kış geçmiştir.

Şimdi ise güneşli bir bahar sabahı ayaklarınızı uzatmış, sakin sulara dalıp gitmişsinizdir.
Uzaklarda hala karlı dağlar. Etraf daha bir yeşil, çiçekler daha bir canlı görünür gözünüze. Deniz ise çağırır, durur; ama bilirsiniz soğuktur, hem de pek çok…
Önce yeni demlenmiş çay gelir, sonra sofra kurulur ve gelir o özlemle beklediğiniz taş fırın ekmeği. Üstüne bir de Türk kahvesi! Değmeyin keyfimize…
Tek tük tekneler vardır koylarda. Manzara açıktır anlayacağınız. Onlar da zaten bizim sularımızın tadını çıkaran başkalarıdır; Almanlar, Ruslar, Fransızlar, İtalyanlar…
Ve biz… Ve belki de siz…


13 Nisan 2012 Cuma

İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Yaz (III)


Ankara-Phuket Deniz Hattı

Yeni adalar, yeni yerler, yeni tecrübeler… İkinci ekibimiz Cumartesi öğle saatlerinde Ao Po Grand Marina’ya intikal ediyor. Biraz daha tecrübeliyiz ama heyecan da, telaş da yerinde!
Taksiyle alışverişimizi yapıp tekneye yerleştikten sonra kısa bir rota çalışması yapıyoruz. Ortak karar önce kuzeye lagünleri görmeye, sonra güneye ıssız plajlar keşfetmeye.

Niyetimiz vakitlice hareket edip Ko Phanak’ın kuzey batısında bulunan lagünü görebilmek (8° 11.45K, 98° 29.10D). Bu adanın en büyük özelliği yaklaşık 50 metrelik bir mağara geçişi ile lagüne giriliyor olması. Yalnız med-cezire dikkat etmek gerekiyor, aksi takdirde sular yükselir, lagünün içinde mahsur kalabilirsiniz.
Öğle saatlerinde 5 metreye demirimizi atıyoruz. Yalnız değiliz! “Sea Kayak”larla turistleri gezdiren bir tekne sancağımıza demir atmış. Kanomuz olmadığı için heyecan ve aceleyle botumuzu indiriyor, 8 kişi sığışıyoruz. Sular iyice yükselmiş. Mağaranın girişine kadar motorla ilerliyoruz. Sonra küreklere yükleniyoruz. Artık mağaradayız. Kanocuların biri giriyor, biri çıkıyor. Adamlar o kadar hızlı ki bizim kürekçiler utanıyor! Gün ışığı kaybolunca “haydi fenerler” diyoruz. Diyoruz ama kimse yanına fener almamış. Cep telefonlarının cılız ışıklarıyla yönümüzü tayin etmeye çalışıyoruz. Akıntıyla birlikte hızla ilerlerken ışığı fark ediyoruz, ama vardığımızda geçişin kapanmak üzere olduğunu görüyoruz. Bu sefer de mağarada mahsur kalmamak için akıntıya karşı hızla kürek çekmeye çalışıyoruz. Ama nafile! “Benhür atla çek bizi” diyor, gülüşmelere sebep oluyorum. Ali Bey daha fazla dayanamayıp basıyor motora. Zor da olsa atıyoruz kendimizi dışarıya. Meğer mağaranın içerisinde çok sayıda yarasa yaşıyormuş! Biraz üzgün yola devam ediyoruz.
Denizin ortasında yükselen kaya parçalarının arasından büyülenmiş bir şekilde bir sonraki durağımıza ilerliyoruz. Bir önceki haftanın aksine hiç rüzgar yok, hava sıcak ama bunaltmıyor. Su çekildiğinde 1 metreye kadar düşen denizde rahatça ilerliyoruz. 8° 11.90K, 98°38.00D koordinatlarındaki Koh Kudu Yai ile hemen yanı başındaki kayalık arasına 7 metreye demirimizi atıyoruz. Girilecek herhangi bir mağara söz konusu olmadığından bota atlayıp tüm ada çevresinde tura başlıyoruz. İlk durak Adanın güneyindeki lagün. Suyun içinden yükselen ağaçlar, kendilerini göremediğimiz ama seslerini duyduğumuz maymunlar, tepemizde uçuşan kartallar ile tropik adayı iliklerimize kadar hissediyoruz. Adanın kuzeyindeki lagün ise maymun ve kartalların dışında “monitor lizzard, hornbills ve kingfisher” gibi ülkemizde pek rastlamadığımız yabani hayvanlara da ev sahipliği yapıyormuş. Haliyle biraz meraklı, biraz endişeli bakışlarla suyun çekildiği saatlerde lagünün içinde ilerliyoruz. Güneydekine göre çok daha büyük bir lagün. Kıyıya yakın bir yerde bottan inip hayvanları aramaya başlıyoruz. Ne yazık ki hiçbirini göremiyoruz. Deniz iyice çekilince lagün kumdan bir adaya dönüşüyor.
Ada turumuzu tamamlayıp teknemize geri dönüyoruz. Gece Krabi bölgesinde Sheraton Oteli’nin de yer aldığı Ao Nang’a demir atıyoruz (8° 01.55K, 98°49.10D). Akıntı çok şiddetli, rüzgarı yeniyor. Denize girmek isteyenlere bir ucu tekneye bağlı olan at nalı can simidini veriyor, gözetlemeye başlıyoruz. Ne me lazım bu akıntıda şaka olmaz. Akşam saatlerinde Sheraton Oteli’nin önüne botumuzla yanaşıyoruz. Sahile kurulmuş restoran çok etkileyici, bir de ateş gösterileri yapan Thai’lileri görünce keyfimiz biraz daha artıyor.
Sakin ve sıcak bir gecenin ardından 7°58.60K, 98°48.85D koordinatlarındaki “Chicken Island” diye de adlandırılan Koh Dam Hok’ta kısa bir mola veriyoruz. Birbirinden bağımsız iki ada düşünün. Sonra birden sular çekiliyor ve bu iki ada bir kum bankıyla tek bir adaya dönüşüyor. Nefis, pırıl pırıl bir deniz. Girmeye doyamıyoruz. Lakin vakit kısıtlı. Phi Phi Adalarından önce bir durağımız daha var: Ko Mai Phai (7°48.55K, 98°48.00D). 7-8 metreye mercan kayalığına da dikkat ederek demirimizi atıyoruz. Şnorkel için iyi noktalardan biri daha ama akıntıya burada da dikkat etmek gerekiyor. Teknenin motoru susar susmaz kimseyi teknede tutamıyoruz! İyi bir mola noktası.
Phi Phi Don’a geldiğimizde bu sefer Lohdalum yerine balıkçıdan tutun da tur teknelerine kadar tüm deniz araçlarının yanaştığı Ton Sai koyuna demir atıyoruz. Ana baba günü, her yer tekne dolu. Tek gövdeliler, çift gövdeliler, sürat tekneleri, balıkçılar… Tekneden ayrılmaya gönlümüz el vermiyor. Bir yandan gün batımı, diğer yandan Bedia Akartürk, basıyor ekibi bir efkar, kuruluyor hemen çilingir sofrası. Ekip mutlu, biz mutlu…
Ertesi sabah biraz daha güneye inmeye niyetleniyoruz. Yaklaşık 30 mil mesafedeki Racha Noi Adasına dümen tutuyoruz (7°29.65K, 98°19.00D). Hava yine sakin, yine sıcak. Adaya ne zaman vardık, nasıl demir attık farkında değiliz. Resmen büyülendik. Alabildiğine ıssız, ama alabildiğine renkli bir dünya. Maskelerle yüzerken seyrettiğimiz papağanlar, palyaçolar, melekler teknenin etrafında sanki bizleri selamlıyorlar. Dalmaya ne hacet! Bir süre ağzımız açık güzellikleri seyrediyoruz, kendimize geldiğimizde ise bir bakıyoruz suyun içindeyiz. Berrak, pırıl pırıl, muhteşem bir deniz. Yer yer mercan kayalıkları ve etrafında dolaşan balıklar. Biraz soluklanmak için kıyıya çıkıyor, atıveriyoruz kendimizi bembeyaz kumlara. Kimsecikler yok, sadece ada sahipleri olan yabani hayvanlar ve biz. Hemen hayaller kurulmaya başlıyor: “Şuraya bir kulübe koysak, iki şezlong atsak…”
Doyamıyoruz ne kumsalına, ne denizine ama gece konaklamak için uygun değil, mecburen vedalaşıyor ve ağabeyi olan Koh Racha Yai’ye doğru ilerliyoruz. Henüz demir almışken pruvamızda metrelik bir kılıç balığı atlıyor. Tam onu yakalayalım derken sancaktan bize doğru gelen yunusları görüyoruz. Elimde makine bir o yana bir bu yana koştururken suya bir bakış atıyor ve “yok artık” diyorum: dev bir manta! İnsanlar para ödeyip bir manta görebilmek için çeşitli dalışlar yaparken bizim yanımızdan salına salına geçiyor.
Koh Racha Yai’ye vardığımızda muhteşem bir resort’la karşılaşıyoruz. Her akşam olduğu gibi bu akşamda bir tarafta keyifle gönderdiğimiz güneş, diğer tarafta sevinçle karşıladığımız ay, karşımızda türkuaz denize eşlik eden beyaz kumsal, yeşil orman. Günün tadına doyum olmuyor! Phuket her yeni gün bize başka bir sürpriz sunuyor. Koyda gördüğümüz yüzer tonozlardan birine bağlanıyoruz. Biliyoruz ki yarın sabah birileri gelip bizi uyaracak “o şamandıra bize ait, lütfen boşaltınız” diyecek.
Günler bir bir geçerken dönüş günü yaklaşıyor. Artık son durağımız bizim Hamza’nın yeri. Eh bu ekibi de tanıştırmamız lazım. Yaklaşık 25 deniz mili mesafemiz var. Acelemiz yok. Ancak tahmin ettiğimiz üzere sabah tonozu boşaltma emri geliyor. Kahvaltımızı yapıp, denize girip seyir hazırlığımızı yapıyor ve Ko Yao Yai’ye dümen tutuyoruz. En sonunda rüzgarı da yakalıyor ve yelken seyrine geçiyoruz.
Dönüşün verdiği durgunluğu Hamza’nın yerinde ekibimizden Ali Bey’in hazırladığı çeşit çeşit kokteyllerle üzerimizden atıyoruz. Ko Yao Yai’de birlikte çekilen fotoğraflar, yenen yemekler, yaptırılan masajlar ile geçirdiğimiz son gün ile ayrılık gelip çatıyor.
Ao Po Grand Marina’ya dönüş sessiz, sakin. Kimi çanta hazırlığına erken başlıyor, kimi güneşin altına son bir kez daha yatıyor. Dümen suyumuzda bıraktığımız miller, keyif hanemizi biraz daha zenginleştiriyor. Phuket gönlümüzde hoş bir yer ediniyor.
İki ekibimize de bizimle geldikleri ve bu keyfi paylaştıkları için teşekkür ediyor, bir başka seyirde görüşebilmek ümidiyle hoşçakalınız diyoruz.
(Ocak-Şubat 2011)

İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Yaz (II)


Ankara-Phuket Deniz Hattı

Denizden Kara I

30 Ocak Pazar sabahı, şirket tarafından verilen talimatlar doğrultusunda, hemen sancağımızda kalan sığlıkla çapariz vermemek için vira bismillah diyerek 80° rotaya dümen tuttuk. Niyetimiz 8° enleminin güneyinde kalan berrak denizlere kavuşmak.
Önümde harita, sanki ilk defa görüyorum. Alışmışız kıyılarımıza, harita üzerinde birkaç topuk, birkaç şamandıra, bir iki ada! 308 numaralı haritayı açtığımda ise 5 dakika öylece bakıyorum. Adalar, kayalar, 0.2 metrelere kadar düşen su seviyeleri… Ve tam o esnada bozulan chartplotter! “Temassızlıktır, yeni değişmedi mi, eyvah eyvah”. Navigatör olarak hemen ağırlığımı koyuyorum “eskiden chartplotter mı vardı? Kerteriz alırız, 308 önümde!”. Iphone’daki Navionics programına da güvendiğimi hiç çaktırmıyorum tabi! Yavaş yavaş 308’e alışıyorum, her şey kontrol altında.

İlk durak 9 mil uzaklıktaki Yao Yai Adası’nın Yao Yai Resort önü (7° 59´ 00´´N, 98° 34´ 25´´E). Rüzgar kuzey doğudan 13-15 deniz mili. Rotamızda üç adet kayalık gözüküyor. Pür dikkat kesildik aranıyoruz. Lakin önümüzde sadece apartman boyunda 3 adet dev kayalık var. Bir haritaya, bir onlara bakıyorum. Sonra hatırlıyorum ki burada kayalar hızını alamadan fışkırıyorlar sudan. Japonlar gibi hepimizin elinde bir makine ne görsek çekiyoruz.

Keyifli bir yelken seyrinin ardından 5 metreye demirimizi atıyoruz. Zaten ayrıldığımızdan beri en derin yer 20 metre. Hiç dinmeyen hafif bir rüzgar, denizi karaya bağlayan bembeyaz bir kumsal ve hemen ardından yükselen yeşilin her tonundaki çeşit çeşit tropik ağaç. Adanın batı sahilinde demirlemeye uygun 4 ayrı nokta bulunmakta. 8° 2´ N, 98° 34´ 25´´E koordinatlarındaki Ao Labu’da 3-4 metreye demir atılabilir. Bir iki köy olmasına rağmen restoran bulunmuyor. Adanın güney batı sahilinde ise uzun bir plaj bölgesi uzanmakta. Bu bölgede feribotlar için bir iskele, birkaç köy ve bir resort daha bulunmakta. Adanın tam güney ucuna ise 4-6 metreye demir atılabilir, dip çamur. İki yakanın da bu noktalardan yarım mil uzağında Müslüman küçük balıkçı köyleri bulunmakta. Ancak gel-git sebebiyle botunuzu 1-1,5 mil taşımak zorunda kalabilirsiniz.
Demirimizi atıp, tarayıp taramadığını gözlemledikten sonra dingimizi suya indirip 2 grup halinde koya çıkartmamızı yapıyoruz. Gel-gitlerden dolayı dikkatli olup dingi için de demir atmak ve hatta iyice karaya çekmek gerekiyor. Yoksa bir bakmışsınız sular yükselince botunuz almış başını gitmiş!

Filmlerde gördüğümüz o beyaz kumlara ilk ayak basışımız işte böyle oldu. Koca kumsalda bizden başka 5-6 kişi daha ya var, ya yok. Koyun kuzey yakasında 7-8 bungalov ve bir restorandan oluşan “Yao Yai Beach Resort”u gördük, bir şeyler içmek için coşkulu İtalyan aileleri gibi bağıra çağıra restorana daldık. “Mai Tai mı içsek, Hindistan cevizi mi istesek” diye aramızda konuşurken dünyanın çoğu bölgesinde duyabileceğiniz ama burada mümkün değil tahmin edemeyeceğiniz soruya pek bir hazırlıksız yakalandık: “Türk müsünüz?”. Nasıl yani? Tayland’ın ufacık bir adasındaki tek Türk’ün mekanına mı geldik? Ve üstelik adaya ayağını basan ilk Türk denizciler de mi biziz? Eh dünya küçük diye boşa dememişler.
Malatya Darendeli Hamza bundan 8 yıl evvel Tayland’a gelip Ko Yao Yai’de toprak alıp bu “resort”u kurmuş. Biz de sanki aylardır gurbet ellerdeymişiz gibi adama bir sarılıp öpmediğimiz kaldı. “Hamza Bey var mı bir isteğiniz, sucuk getirelim, beyaz peynir verelim, kayısı… derken Hamza Bey’in zaten her şeyi Pukhet’ten bulduğunu hatta kayısının bile Malatya’dan olduğunu öğrendik. Hafiften bozulmadık değil hani! Lakin bize bir gününü ayırıp pikabıyla adayı dolaştırdığı, birçok bilgi verdiği için hemen unuttuk tabi, fotoğraflar çektirdik, bambudan yaptığı duşta serinledik.
Kendisinden aldığımız ilginç bilgiler ise şöyle:
→ Adada yaklaşık 10.000 kişi yaşıyor, buna karşılık sadece 1 hastane ve 1 polis bulunuyormuş. Hastanede zaten Hamza Bey’in ön ayak olmasıyla yapılmış. Polis devletin atadığı bir memur olmasına rağmen ağalık sistemi ağır bastığı, hırsızlık, ölüm gibi konular bu düzende çözüldüğü için pek bir iş düşmüyormuş.
→ Yengeçler nikotin tüketiyorlarmış. Buldukları sigaraları içebiliyorlarmış.
→ Hindistan cevizi aşırı derecede östrojen içeriyormuş. Çok tüketilirse erkeklerde sorunlar olabiliyormuş! Bu sebeple de “lady boy”lar toplumda hiç dışlanmıyor, normal karşılanıyormuş.
→Kauçuk üretimi başlıca geçim kaynaklarından biri. 4 ağaçtan günde 1 kg. kauçuk çıkabiliyor. Kilosu 4 Avro’ya yani 160 Baht’a satılıyor. Geçinecek imkanları olduğu için de Ada halkı başlarının çaresine bakabiliyor, devletten hiçbir beklentileri olmuyormuş. Bir kauçuk ağacı ekildikten ancak 7 sene sonra, 20 yıl boyunca sadece geceleri mahsul verebiliyormuş.
→ Hindistan cevizlerini ağaçlardan maymunlar topluyormuş. Hatta maymunlar bu konuda eğitiliyor ve böylece olmuş ile ham meyveyi birbirinden ayırt edebiliyorlarmış. Bu sebeple de maymunlar kıymete biniyor, iyi bir maymunun fiyatı 30.000 Baht’a kadar çıkabiliyormuş. Böyle bir maymuna sahip olan kişi de hayvana iyi bakıyor, maymun birçok insandan çok daha konforlu bir hayat sürebiliyormuş.
→ Erkekler genelde oturur, kadınlar çalışırlarmış.
→ Doğanın rengindeki hayvanlar zararsız, fakat farklı renktekiler son derece zararlılarmış. Cobra yılanı milli hayvanları ve “King Cobra” şeklinde anılıyormuş.
→ Ekmek yerine pirinç tüketiyor, hatta acıktıklarında “pirincim geldi” diyorlarmış.
Bir sonraki durağımız yaklaşık 20 deniz mili mesafedeki meşhur Maya Beach’in bulunduğu Phi Phi Adaları. Hava 15-17, güzel yelken yapıyoruz. Yalnız adaların tepesinde yağmur bulutları toplaşmış bekliyor! İlk durak ağabey Phi Phi Don. Kuzey yakası mı, güney yakası mı derken nispeten sakin olan, ticari araçların girmediği ve kuzeydoğu rüzgarına kapalı olan 7° 45´ 15´´N, 98° 46´ 15´´E koordinatlarındaki “Monkey Beach” (maymunlar kumsalı) ile Lohdalum koyu arasına demirimizi bıraktık. Her ne kadar kumsalda vahşi maymunların yaşadığı söylense de biz sadece seslerini duyabiliyoruz. Bunda kumsala gelip giden düzinelerce günübirlik teknenin etkisi olduğu da aşikar.
Lohdalum koyunun en büyük sıkıntısı 400 metre kadar çekilebilen denizi! Demiri Monkey Beach hizasına, en az yarım mil açığa atmak gerekiyor. Botunuzla karaya çıkarken su derinliğine çok dikkat etmek gerekiyor. Dip yer yer mercan kayalıkları, su çekildiği anda ortaya çıkıveriyorlar. Tabi tüm bunları bilmemize rağmen ilk akşam deniz seviyesinin yüksek olması sebebiyle de bastık plaja yanaştık. Botumuzu taşıdık, demirimizi attık. Adada yaş ortalaması 20, o da bizim yaşların 40’a dayanmasından! Tek katlı, kapısı bacası olmayan dükkanlar, restoranlar diyarı. Dünyanın her yerinden gençler gelmiş, çıplak ayak dolaşıyorlar. Gecenin ilerleyen saatlerinde eğlence başlıyor, küçük kum kovalarına döktükleri kokteylleri içerken plajdaki poi dansçılarına eşlik ediyor, bir süre sonra da kendilerinden geçiyorlar. Kavga yok, gürültü yok, sadece müziğin ritmi… Dönüşte bir bakıyoruz bizim bot karada demirlemiş. Tabanı fiber, taşı 400 metre! Hadi oflaya poflaya taşıdın, bir de gece vakti yüzeye çıkan mercan kayalarına çarpmadan tekneye dön. Zor oldu ama başardık, tecrübe kazandık. Çıkardığımız bir başka ders ise gece gündüz yanımızda mutlaka kuvvetli bir fener, boynumuzda bir düdük olması. Thai’li bazı denizciler seyir fenerleri kullanmadan denize çıkıyorlar.
Ertesi sabah erkenden Phi Phi Ley adasına doğru yola çıkıyoruz. Hepimiz Leonardo di Caprio’nun Kumsal filmini seyretmiş, manzaranın büyüsünü bekliyoruz. Kendimizi küçücük hissettiren dev kayalıklar arasından girişe yaklaşıyoruz. Önce bembeyaz kumsal ve hemen bittiği yerde başlayan orman dikkatimizi çekiyor. Deniz mavi mi, yeşil mi, turkuaz mı karar veremiyoruz. Karşımızda Maya Beach. Müthiş bir manzara. Girişin hemen sağında 5-6 adet tonoz atılmış. Boş bir tane yakalıyor ve kendimizi o muhteşem sulara bırakıyoruz. Sabah saat sekiz olmasına rağmen gelmeye başlayan günübirlikçiler biraz canımızı sıkıyor. Niyetimiz gece burada konaklayıp gün doğumunda koyun tadını çıkarabilmek. Saat 10 civarı botumuza atlayıp adayı gezmeye gidiyoruz. Ada milli park olduğundan giriş ücretli, kişi başı 200 Baht. Daha o saatte iğne atsan yere düşmez, öyle kalabalık. Biraz yüzüyor, rengarenk balıkları fotoğraflıyor, doğanın tadını çıkartıyoruz. Etraf iyice kalabalıklaşmaya başlayınca ada turu yapmaya karar veriyoruz. Tabelalarla gidilebilecek yerler sınırlandırılmış. Fazla gezecek yer yok, her milletten insan var. Zaman zaman kulağımıza Türkçe bile çarpıyor. Plaja geri dönüyoruz. İşte ne olduysa o zaman oluyor. Ekip üyelerimizden biri kumsalda çıplak ayak yürürken topuğuna enjektör batıyor. Alıyor bizi bir panik. Yüzler bir karış. Kimin, ne iğnesidir bilinmez. Hemen tekneye dönüyoruz. Saat Türkiye’de henüz sabahın 5’i, kimseyi bulamayız. Zaten telefonlarımız da çekmiyor koyda. Phi Phi Don’a geri dönelim, vakit geçer, Türkiye’deki doktorlarımızı arayalım, gerekirse geri dönelim! Şartlar kimsenin hoşuna gitmediği için Phuket’te bir doktora görünmek aklımızın ucundan geçmiyor. Adanın güney sahili olan Ton Sai Bay’e şöyle bir bakıyoruz. Gidip gelen teknelerden çok sallanacağımızı düşünüp yeniden Lohdalum’a yöneliyoruz. Telefon çekmeye başlıyor, doktorlar aranıyor. “Bir şey olmaz, tatilinize kaldığınız yerden devam edin, ayağınızdan terliği eksik etmeyin” mesajları geliyor. Rahatlıyoruz, ama tekrar oraya dönmek istemiyoruz. Henüz erken bir vakit olduğundan gündüz gözü adayı gezmek üzere botu indiriyoruz. Bir de ne görelim denizde yol boyu kayalıklar. Ne de tehlikeli bir iş yapmışız bir önceki akşam! Ben botun önünde, Benhür motorda mücadele veriyoruz: İskele, hemen sancak, bir daha iskele, aman yavaş, dur, devam! Bu arada bizim melek balıkları, papağanlar, soytarılar cirit atıyor suda. Onlara mı bakayım, kayalıklara mı şaşırıyorum. Botumuzu zar zor 400 metre taşıdıktan sonra demirini de atıp ada turuna başlıyoruz. Referans kitapta manzara seyri için çıkılması gereken bir tepeden bahsediyordu. Hedef orası. Dalıyoruz sokaklardan birine. Burnumuza tanıdık bir koku geliyor, takip etmeye başlıyoruz “aaaa döner”. “Hadi canım, yok artık, Yunanlıdır” diye konuşurken Türk olduğu her halinden belli bir adam çıkıyor karşımıza. Adı Ali, Tokatlı. Almanya’da yaşayan bir arkadaşı tutmuş elinden, “restoran işleteceğiz” deyip bizden 1,5 ay evvel getirmiş Phi Phi Don’a. Kurmuşlar bir tezgah, dil de bilmiyor. Çat pat sattıklarının İngilizcesini öğrenmiş, anlaşmaya çalışıyor. Hemen çaylar demleniyor, dönerler ikram ediliyor. Kan bu işte, çekiyor Türk Türk’ü!
Yola devam… 565 basamak ve bir sürelik yürüyüşün ardından ilk tepeye erişiyoruz. İlk şaşkınlık. Çıkmaya devam ikinci tepe, daha büyük bir şaşkınlık. “View Point”e çıktığınızda tüm adaya hakimsiniz. Muhteşem!
Ekibimizin keyfi yerinde, ama dönüş yaklaşıyor. Bir sonraki uğrak noktamız Ko Khai Nok (7° 54´ 00´´ N, 98° 31´ 00´´ E) ve kardeşi Ko Khai Nai. Adadan ziyade belki de kum bankı demek daha doğru olur. Denizden baktığınızda hafif bir yükselti olarak görüyorsunuz. Demirleme sadece gündüz vakti, gece konaklamaya uygun değil. Ziyaretçiler için birkaç tonoz atılmış, eğer boşta bulunmaz ise 10-15 metreye demir atmak gerekiyor. Dolayısıyla adalara gitmek istendiğinde konaklama için Yao Yai Adası tercih edilmelidir. Bu adalarda birkaç restoran, dalış okulu, şezlong servisi ve hediyelik eşya dükkanından başka bir şey yok. Ama denizi de, kumsalı da muhteşem. Adaların hemen yakınında bulunan mercan kayalıklarına tüple dalış yapabiliyor ya da şnorkel ile izleyebiliyorsunuz. Gerçi sahillerinde yüzerken bile rengarenk balıklar size eşlik ediyor, hatta muz ile besleyebiliyorsunuz. Evet, bildiğimiz muz ile beslenen balıklar mevcut! Yalnız bu adalar da Phuket’ten gelen günübirlik sürat tekneleri için oldukça popüler bir yer.
İlk ekibimiz son günlerini Phuket’te fil safari ve tapınak gezerek geçirmeyi tercih ettikleri için Cuma sabahı marinaya dönüyoruz. Karada hızlıca geçen bir günün ardından eşyalar toplanıyor, son hazırlıklar yapılıyor ve ertesi sabah erkenden vedalaşılıyor.
Bizi ise ilk ekibi yolcu etmenin hüznü ile ikinci ekibi karşılamanın heyecanı sarıyor. Bu hafta için önce lagünler bölgesi kuzeye sonra, adanın tam güney ucuna geçip uzun bir seyir planlıyoruz. Ko Phanak, Ko Roi, Ko Kudu Yai, Ko Hong, Krabi Sheraton sahili, Ko Dam Hok (Chiken Island), Ko Racha Noi ve Racha Nai gezip, göreceğimiz yerler…
Sürecek…
(Ocak-Şubat 2011)

İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Yaz (I)



Ankara-Phuket Deniz Hattı

Kışın hırçınlığı kaybolmuş, deniz sakinlemiş, pıtrak gibi açmıştır morlar, sarılar, kırmızlar. Yeşil ile mavi bekliyordur denizciyi. Sessiz sakindir, özlenmiş farkındadır, hazırlanmış bekliyordur, yenilenmiştir.

Bir kere gittiniz mi, mümkün değil kurtulamazsınız. Çalmıştır kalbinizi, yer etmiştir aklınızın bir köşesine. Kaçıp gitmek, kavuşmak istersiniz her fırsatta. Ama bilirsiniz ki ayrılık mecburi.

Böyle bir sevdadır deniz, böyle bir aşktır en yasaklısından!

Kimi İstanbul’da, kimi İzmir’de hasret kalır denize. İş, güç, eş, dost derken gelip geçer günler görmeden, koklamadan maviyi. Bir de Ankaralılar vardır: her şeyden, her yerden uzak ama bir o kadar da yakın! “Kaptanlık Belgeleri”, “dalış bröveleri” ceplerinde, balığın en tazesi sofralarında… Her hafta sonu alır başını giderler Bodrum’a, Göcek’e, Kaş’a…

Deniz gidebilene yakındır!

Kendi halinde birkaç dil bilen, uluslar arası ilişkiler alanında çalışan, ailemin tek kızı iken kapıldım bu sevdaya. Esen Hoca’dan belge, Anadolu Denizcilik Kulübü’nden pratik eğitimler, Budget Sailing’ten Hasan Şimşek’le uzun seyirler, MTM Yatçılık’la büyüyen tekne boyları derken yaşadığım şehir Ankara mı, Göcek mi bilemez oldum. Kestirdim saçları, verdim istifayı, başladım MTM’de işe. Hem charter işlerini öğreniyor, hem yeni sevdalı Ankaralıların başında kısa seyirlere çıkıyordum. Aşımı veren deniz, eşimi de verdi bir gün. Artık yalnız değildim. O da yardımcı olmaya başlayınca zamanımızın büyük bir bölümünü denizde geçirir olduk. İşi gücü bırakıp Ankara Deniz Kulübü’nün bünyesinde kışın hafta sonları, yazın haftalık seyirlerle ailelere eğitici kaptanlık yapmaya, daha doğrusu yelkenli bir teknede deniz yaşamını paylaşmaya başladık.

Tabi ki hedef dünya turu! Lakin ne biz, ne teknemiz maddi/manevi henüz hazır değiliz. Eh Bodrum’dan Finike’ye gezip görmediğimiz yer de kalmayınca, ufak ufak duyduğumuz seslere kulak vermeye başladık: “hep aynı yerler Kaptanlarım, hadi yeni rotalara yelken açalım!” Eş dost biraz araştırınca Fethiye’den bir kesimin kış aylarını, daha ucuz olduğu için, vize istemeyen Tayland’da geçirdiğini öğrendik. Uzun, ıssız, bembeyaz kumsallarını, akvaryum gibi denizini duymuştuk. Dünya gezginlerinin de mutlak uğrak noktası olduğuna göre vardır bir hikmeti diye düşündük. Madem tanıdıklarımız da var, araştırırlar, bize güzel bir tekne ayarlarlar, biz de ekiplerimizle “ilkbahar, yaz, sonbahar, yaz” sloganımızı hayata geçirebiliriz.

Galiba bizim dünya turumuz böyle olacaktı!

Ağustos ayı geldiğinde henüz Tayland’da ne bir charter firması bulmuş, ne de ekip kurmuştuk. Biz Türklerin hatalarından biri de bu zaten. Yatçılık sektöründe dilediğiniz tarih ve indirimli fiyatlarda tekne kiralamak istiyorsanız en geç 6 ay evvelinden sözleşmeyi imzalamış olmanız gerekir. Avrupalılar neredeyse 1 yıl evvelden tarihlerini kesinleştirip kaporalarını yatırıyorlar.

Sezon devam ettiğinden, sürekli seyirde olduğumuzdan Eylül ayını da elimiz boş geçirdik. Ekim ayına geldiğimizde kışı Tayland’daki evinde geçiren, yabancı ekiplerle her yıl yelkenli tatiline çıkan Fethiyeli bir dostumuzdan yardımcı olmasını istedik. Ay sonunda Türkiye’yi kapatıp Tayland’a geçecekti. Ondan aldığımız referans bilgilerle yüksek sezon olan Şubat ayının ilk iki
haftası için tek gövdeli yerine 40 ft. civarı çift gövdeli yani bir katamaran kiralamaya karar verdik. Bir sonraki sıkıntımız ise charter yani kiralama şirketiyle ilgiliydi. Hayatımızda hiç bulunmadığımız bir ülke ve denizde karşılaşılabilecek bir arıza, organizasyonu yapan bizleri ciddi sıkıntıya sokabilirdi. Bildik, iyi hizmet verebilecek uluslar arası bir şirket bulmalıydık. “Ali Bey, sen zaten gidiyorsun, bu işlerden de anlıyorsun, hadi sen de ekibimize katıl, bize de bir tekne bul” çağrısıyla derdimize derman bulduk!

Yapılan ön çalışma neticesinde Phuket havalisinde kiralamaların günlük fiyatlandırıldığını, genelde katamaranların kaptan ve mürettebatlı olduğunu öğrendik. Rakamlar değişkendi. Günlük 700 Euro’dan, 1500 Euro’ya giden bir çeşitlilik söz konusuydu. Neticede Ali Bey, Phuket’in altını üstüne getirerek Kasım ayında bize 38 ft. bir Robertson & Caine marka katamaran buldu. Ekip oluşturabilmek için hemen duyuruya çıktık. Önümüzde kısa bir süre olduğundan firma ödemenin tümünü talep etti. Yalnız yanılgıya düştüğümüz bir husus oldu. Bizden teminat dışında bir de sigorta ücreti talep edildi. O rakamın seyir sonunda bize iade edileceğini zannediyorduk, ama iade söz konusu olmadı.

Şirket kaptandan bir belge istemedi. Kaptanın ve yetkili ikinci bir kişinin yeterliliğini ölçebilmek için seviyeler soruldu. Seviye tespiti 4 maddeden oluşuyordu, özetleyecek olursak:

Seviye 0: Filotilla Seyri, yani birden fazla tekne ile aynı anda, aynı rotada, 15 knot esen rüzgarda seyir tecrübesi.

Seviye 1: Bir teknede Kaptan olarak, 20 knot rüzgarda, 5 gün veya 100 mil seyir tecrübesi.

Seviye 2: Bir teknede Kaptan olarak, 20 knot rüzgarda, 10 gün veya 200 mil seyir yapmış olmak ve gel-git akışını takip edebilmek.

Seviye 3: Bir teknede Kaptan olarak, 25 knot rüzgarda, 20 gün veya 400 mil seyir yapmış olmak, kuvvetli akıntı ve gel-git tecrübesine sahip olmak.

Gel-git ve kuvvetli akıntı tecrübemiz olmamasına rağmen bir süredir hayatımızı teknede seyir halinde geçirdiğimizden seviye 3’ü kendimize uygun görüp işaretledik. Şirket de bize başka bir soru yöneltmedi.

Sıra bölge hakkında araştırma yapıp rota çıkarmaya geldiğinde bir süre öylece kaldık. Elimizde referans olabilecek hiçbir yayın yoktu. Internete girdiğimizde ise çoğunlukla kara gezginlerine hitap edebilecek ayrıntılar yer almaktaydı. Denizciler için seyirle ilgili bilgi alabilmek neredeyse imkansıza yakındı. Tek yapabildiğimiz Google Earth programını kullanarak adaların isimlerini öğrenmek, varsa bağlanma limanlarını tespit etmek ve yine internette bu yer isimlerini aratarak ayrıntılı bilgi edinmekti. Harita sorununa ise sahip olduğumuz iphone marka telefona “Navionics” programını indirerek çözüm bulduk. Programı internete bağlanarak kullanabilmemize rağmen bir kere ayrıntılı açmak yeterli oluyor. Bir sonraki çalıştırışta internet imkanınız olmasa bile daha önce açmış olduğunuz bölgenin ayrıntılarını görebiliyorsunuz. Her ne kadar küçücük ekrana bakarken gözlerinizi feda etmeniz gerekse de “seven ne yapmaz” deyip bu program sayesinde kendimizce bir rota çalışması yapabildik. Yine de
tedbiri elden bırakmayıp ekibimizden 2 gün önce Phuket’e gidip hem bölge hakkında bilgi edindik, hem de şirketten 308 numaralı bölge haritasını satın alarak ön çalışma yaptık.

Uçak biletleri de tekne kiraları gibi önceden alındığında nispeten ucuza mal oluyor. Biz bu konuda da geç kaldığımız için maliyetimiz biraz arttı. Birkaç alternatifimiz olmasına rağmen İstanbul-Bangkok 9 saatlik direkt uçuşu sebebiyle Türk Hava Yolları’nı tercih etik. Hemen aynı gün için Air Asia’nın internet sitesinden Bangkok-Phuket uçuşuna da birer bilet aldık. Her iki uçuş için online check-in yaptırdığımızdan hiç sıraya girmeden valizlerimizi teslim ederek uçağımıza bindik.

Gidip gelen Türklerden beyaz peynir, zeytin gibi Türk kahvaltısının vazgeçilmezlerinin Tayland’da bulunmadığını öğrendiğimizden her iki ekibe de alışveriş yapmalarını tavsiye ettik. Biz de elimiz boş gidecek değildik tabi. Hemen bir başka denizci dostumuzu arayarak rica da bulunduk. Kahvaltı sponsorumuz Sultan Et’in 6 kangal sucuk, 6 paket kavurma, 6 paket salamdan oluşan kolisi yaklaşık 6 kilo tuttu. Ama her şeye değerdi!

Yemek faslından sonra kıyafet faslına geldi sıra. Tekne 4 kabin, ekipler 8’er kişilik. Katamaran bile olsa katlanır çanta ile en az eşyayı yanımızda götürmemiz gerekiyordu. Ekvatora yakınlığından dolayı Kasım-Mart arası yağışlar azalıyor, hava sıcaklığı gece ve gündüz neredeyse aynı, yaklaşık 29-30 derece. Bir tekne, bir dışarı ayakkabısı, 2 şort, 2 mayo, 2 gömlek, daha
ne olsun, değil mi? Ama olmuyor işte. Güneş kremleri, havlular, fotoğraf makineleri, maske-şnorkeller, kitaplar, bilgisayarlar derken biz iki kişi elimizde 6 parça, salkım sepet düştük yola. E tabi Ankara’da da, İstanbul’da da hava soğuk. Üzerimizde kazaklar, çantada mayolar!

Velhasıl 26 Ocak Çarşamba gecesi THY ile yaptığımız keyifli ve konforlu yolculuk sonrasında 27 Ocak Perşembe öğle saatlerinde Bangkok Suvarnabhumi havalimanına indik. İlk işimiz üzerimizdeki kazakları çıkarıp yazlık kıyafetlere bürünmek oldu. İkincisi bagaja verdiğimiz 3 valizin salimen teslim alınmasıydı. Hani Allah muhafaza kahvaltılıklarımıza bir şey olursa ne yapardık sonra? Üçüncü olarak d-Tac marka telefon hattı ve sınırsız internet almak, son olarak da para bozdurmak oldu. Tayland’ın para birimi Baht, TL’ye çevirirken hesap kolaylığı ise rakamdan bir 0 atıp ikiye bölmek! Türkiye’ye göre oldukça ucuz bir ülke olmasına rağmen pazarlıksız hiçbir iş görülmüyor. Pazarlık yapabilmek içinse öncelikle İngilizcelerini anlamak gerekiyor. Son heceler hep yutuluyor; ş, ç ve r harfleri ise neredeyse hiç kullanılmıyor. Mesela “Ice Tea” (ays tii), oluyor “I teeaaa” (ay tiiiiiii) ya da karides anlamına gelen “shrimp” (şrimp), oluyor “chimp” (cimp)!

Sıra Phuket uçuşundaydı. Windguru ve winfinder sitelerinden aldığımız bilgilere göre önümüzdeki bir hafta her gün yağışlı geçecekti. Kör talihin bizi bırakmayacağını kabul etmemiz gerekiyordu. Lakin uçuşumuzu bu kadar etkileyeceğini tahmin etmemiştik. Hani ertelenen uçuş olsa neyse, bizim kaptan pilot azimli, gidecek illaki. Uçak inişe geçtiği sırada lumbozlardan gördüğümüz sayısız kümülonümbus lar, çakan şimşekler ve hatta düşen yıldırımlar, durup
şöyle bir geçmişi ve denizde geçecek iki haftayı düşünmemize sebep oldular. 15 dakika boyunca azimli kaptan pilotumuz o bulutların etrafında dolanıp kah hızlanarak, kah yavaşlayarak geçitler bulup, arada bir de çığlıklara sebep olan ufak düşüşlerle bizi salimen Phuket’e indirdi. Yağmur yağmış, her yer ıslak, hava rutubetli, olsun biz vardık ya Phuket’e... En önemli bagajımız, sponsor
Sultan Et kahvaltılıklarının olduğu çantayı da ıslak ama hasarsız alınca Benhür’ün tüm açlığı geçiverdi.

Phuket Adası’nın Phuket Town şehrinde internetten rezervasyonumuzu yaptırdığımız otele
yerleştikten sonra çevreyi şöyle bir kolaçan edelim dedik. Dolaştıkça benim moral fena halde bozuluyor. Her yer kanalizasyon kokuyor. Bir şeyler atıştırmaya oturduğumuz açık hava restoranının masalarında hamam böcekleri yürüyor, kaldırımlarda kediler fare avlıyor. Eyvah ki ne eyvah, dedim. Ya denizi de böyleyse, ya bu kâbus devam ederse, ya bizim ekipler mutsuz olursa… Neyse ki
yemekler fena değildi de, karnımız doydu. Meğer “merkez olsun, her yere rahat ulaşırız” şeklinde düşünüp kaldığımız Phuket Town adanın sanayi bölgesiymiş. Asıl kalınması gereken bölge ise meşhur Patong, Kata, Kamala sahillerinin olduğu Batı sahiliymiş. Tabi denize odaklanınca karayı pas geçtik! Acı oldu ama bu da tecrübedir, dedik. Otele dönerken açık gördüğümüz market de ise ekmek, kesip hazırlanmış meyveler ve sürme peynirleri görünce keyiflendik, marketin adresini hemen telefona kaydettik.

Ertesi sabah güneşli bir güne merhaba deyip, kiraladığımız siz deyin 15, ben diyeyim 20 yıllık her yeri paslanmış, ama klimalı bir Suzuki ciple marinanın yolunu tuttuk. Yol boyu muz, hindistancevizi, palmiye ağaçları ve yeşilin her tonu büyüleyerek tropik bir adada olduğumuzu bize hatırlattı. Yaklaşık 45 dakikalık bir yolculuk sonunda adanın kuzey doğu kıyısında yer alan Ao Po Marina’ya vardık. Nerede bizim D-Marinler, Setur marinalar, Ece Saraylar, nerede Phuket marinaları. Ufak, sevimli bir marina olmasına rağmen, küçücük prefabrike barakalardan birkaç ofis, bir İngilizin işlettiği restoran, ikişer portatif tuvalet ve yine portatif bir duştan ibaretti! Marinada olduğumuzu anlamak için sahile gidip pontonları ve tekneleri görmemiz gerekti! Denizciler için marina dendiğinde en önemli hizmet belki de duş ve tuvaletlerdir. Onları baraka halinde görünce haliyle biraz şaşırdık. Ancak her şeye rağmen tüm Phuket seyahati için geçerli olduğu gibi özlediğimiz, gülümseyerek hatırladığımız sessizliği, sakinliği ve yeşilliği ile sizi kendine bağlayan bir marina olduğu gerçeğini de yadsıyamayız. Her akşamüzeri birden kararan bulutlar ve hemen akabinde indiren kısa süreli muson yağmurunun sonrasında yeniden canlanan yeşilleri, her daim gülümseyen Thai’li çalışanlarıyla kalbimizde yerini aldı.


Uzun bir bekleyişin ardından şirket yetkilisiyle yaptığımız ön görüşmeye istinaden kafamızda rotamız şekillenmeye başladı. 8° enleminin kuzeyinde su bulanık, güneyinde ise akvaryum misali. Gidilip görülmesi gereken yer çok, vakit dar, seçim yapmak bir o kadar zor. 308 numaralı haritamızda yanımızda olduğuna göre artık seyre hazırdık. Tek eksiğimiz ekibimiz ve kumanyamızdı.


(Ocak-Şubat 2011)