1 Eylül 2009 Salı

12.07.2009


Rodos 2


Sevgili Denizseverler,

Girit Restoran'ın ahtapotu, Kumlubük'ün tatlıları derken ekibimizi yolcu ettik, teknemizi elden geçirdik, 2 taze denizci genci karşıladık, temel eğitimlerini verdikten sonra Çiftlik koyuna dümen tuttuk. İbrahim'in yemeklerinin ardından sıra geldi yarım kalan Rodos seyrini yazmaya...

Rodos'a sızma (!) kararımız biraz ani olduğu için hazırlıksız yakalandık. Mandraki Limanı dışında şehir hakkında en ufak bilgimiz yoktu. Dolayısıyla nereye gideceğimizi bilmeden düştük yollara. Sahilde biraz ilerledikten sonra şadırvana benzeyen bir yapıya bakıp "işte ilk Türk eserini bulduk" diye heyecan yaptık. Ancak harita almadan bir yere varamayacağımızı da anladık. Şehir "eski" (old city) ve "yeni şehir" (new city) olarak iki bölgeye ayrılmış. Bizim liman da eski şehrin içinde kalıyormuş. Hatta dünyanın yedi harikasından biri kabul edilen Rodos Heykeli Kolossos M.Ö. 280 yılında Dorlar tarafından liman girişinde inşa edilmiş. Fakat savaşlar, depremler derken heykelden eser kalmamış.

Böylece gerisin geriye dönüp 1080 yılında Kudüs'te kurulan Hospitalier Şövalyelerinin inşa ettiği "Palace of the Grand Master" Büyük Üstatların Sarayı'nı gezmeye gittik. Ana girişi keşfedemediğimizden hendekten başladık. 1522 yılına kadar çeşitli saldırılara direnebilen ada Kanuni Sultan Süleyman tarafından ele geçirilmiş ve 400 yıl kadar Osmanlı mülkiyetinde kalmış. 1912'de Trablusgarp Savaşı sırasında İtalya tarafından işgal edilmiş. 1948'de Onikiada'nın diğer adalarıyla birlikte, Yunanistan'a katılmış. Adada bulunan Türk azınlık 1923'teki Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi sırasında İtalya topraklarında sayıldıkları için mübadeleden kurtulmuşlar. Bu nedenle de Rodos'ta bir Türk azınlığı bulunmaktaymış (biz de bula bula bütün Türkleri bulduk hakikaten!).

























Avrupa Birliği, sarayın restorasyonu için 1.000.000 Euro bağışlamış, bazı yerleri kapalıydı gezemedik. Hendeğin ardından içeri giriş kapısını bulduk ve içeriyi gezebilmek için 6'şar Euro verdik. Tam gişeden ayrılırken bir de baktık ki bir ilan: Aynı akşam saat 21:30'da Ender Sakpınar yönetimindeki Bursa Senfoni Orkestrası solist İris Mavraki'ye eşlik edecek. Aman bir sevindik, bir sevindik. Gurbet ellerde vatanımızın temsilcilerini dinleyebilecektik, üstelik konser ücretsizdi. Gerçi sonrasında niye bu kadar sevindiğimize anlam veremedik, sanki aylardır yabancı topraklardaydık!!!













Sarayı gezmeyi saat 18:00 sularında bitirip yemek yiyebileceğimiz güzel bir restoran arayışına çıktık. Daracık sokaklarda ilerlerken turistik caddesini keşfettik. Sağlı sollu dükkanlar, kiminde hediyelikler, kiminde mücevherat... Yolun sonuna doğru bir de baktık ki bir Osmanlı Camii daha. Hemen Japon turistler gibi kameralara sarıldık. Ara sokaklardan birine sapınca hoş bir "taverna" gördük. Tam kapısının önünde kendi aramızda konuşurken görevli bir bayan yanımıza gelip Türkçe olarak bilgi verdi. Kaptanımızın "acaba fiyatlar nasıl, çok pahalı mı" sorusuna "burası benim yerim" cevabı gelince daha fazla düşünmeden oturmaya karar verdik. Rum adı Niki, Türkçesi Nigar. Ahtapot salata, Symi usulü çim çim karides, papila, kalamar gibi deniz börtü böcüğünü mideye indirip 95 Euro ödedik. Güzeldi, doyduk, güldük, eğlendik.


Yemeğin ardından Rodos gecelerine akmaya, sokakları arşınlamaya karar verdik. Ama önce dolaşırken gözümüze takılan dondurmaları denemek gerekiyordu. Bulduk bir yer oturduk, verdik 3'er toplu 5 dondurma siparişi, bayıldık 35 Euro. Biraz acıttı ama olsun, aklımızda kalacağına midemizde kalsın. Oradan kalkıp biraz yürüdükten sonra Old City'nin Piazza'sına (eski şehrin meydanına) vardık. Amaaaan bir şenlik, bir şenlik, sormayın. Ortada bir çeşme, etrafta cafe'ler, barlar, teraslarda "taverna"lar, her yer cıvıl cıvıl... Çok sevdik! Saatler ilerledikçe ekibin bir bölümü tekneye dönmeye karar verdi. Biz 3 kafadar haritada keşfedeceğimiz diğer "piazza"ları (meydanları) keşfetmeye ve devam ediyorsa konsere uğramaya kararlıydık. Tek tek meydanları bulduk, daracık sokaklardan geçtik, Şövalyeler Sokağını arşınladık, barları bulduk, meraklı gözlerle kafamızı içeri uzatık, "ambiyans"larını beğendik ve sonunda Saray'a geri dönüp konserin son bölümüne yetiştik. Arka sıralarda yerimizi aldık. Bir ara Rumca başlayan şarkı Türkçe devam edince koro halinde eşlik ettik, tüylerimiz ürpererek, gözlerimiz yaşlı...

Tekneye dönüp yatağımıza yattığımızda hala eşlik ediyor, hala o şarkıyı mırıldanıyorduk:

Şu sılanın ufak tefek yolları
Ağrıdan sızıdan tutmaz elleri
Tepeden tırnağa şiir dilleri
Yiğidim aslanım burda yatıyor










Hiç yorum yok: