31 Ağustos 2009 Pazartesi

25.06.2009


Selimiye-Bozukkale

Sevgili Kaptanlarım,

Datça'dan Selimiye'ye "vira bismillah" demiştik dünkü satırlarımızda... Lakin bir mola vermek gerekiyordu bulgur-cacık ikilisini tadabilmek ve sonra yüzerek eritebilmek adına! Hisarönü Körfezi'nin en meşhur koyuna demirledik, dantel gibi Bencik'e, yeşille mavinin göbeğine..

Selimiye'ye vardığımızda güneş batmak üzereydi. Meşhur Sardunya mı, yoksa usta denizci Çeto Kaptan'ın Girit Restoran'ı mı diye düşünürken oybirliği ile Girit dedik. Tabi bu kararımızda Sardunya'nın iskelesinde yanaşacak hiç bir yer kalmaması da etkin bir rol oynamıyor değildi hani!!!

Selimiye'ye birkaç yıldır uğramıyordum. Son gelişmeler şu yönde: Sardunya tonoz, belediye iskele yaptırmış. Kriz uğramış, dükkanları boşaltmış. Yerliden çok yine yabancı turist.












Demirimizi atıp Amerikalı yahudilerin Demirdöküm klimalı teknelerinin yanına yanaştık. Çetin Kent, nam-ı diğer Çeto Kaptan, "Sarıldım Minik Halatıma" adlı kitabında, miniminnacık yelkenli teknesinde kurt köpeği ile seyrini anlatan benim yaşlarımda bir denizcidir. Geçtiğimiz yıl Selimiye'de Girit Restoran-Pansiyonu açtı, Ankara'da tanıştığı Ayşe ile evlendi ve pek yakında Yusuf Reis adlı bebeklerine merhaba demek üzereler. Masalarında ya da iskelesinde Sadun Boro, Haldun Sevel gibi tanınmış simalara rastlamak çok olağan, ama bu isimler tabi ki sosyeteden değil, denizcilik camiasından :-)) Biz de el verseler diye bekleşiyoruz işte!


Mezelerimiz masamıza kondukça günlerdir açmışız izlenimi vermiş olmalıyız ki hizmet eden arkadaş kaç gündür denizde olduğumuzu sordu. Diyemedik Datça'dan geliyoruz diye!!! Asma yapraklarının altında yediğimiz tadına doyulmaz börtü böcük ve mezelerin ardından Selimiye'nin sevimli kıyısında dolaştık, teknemize dönüp çayımızı demledik, bir kere daha Türkiye'nin muhteşem doğasına şükrettik.


Sabah deniz faslından sonra taze köy ekmeği ile kahvaltımızı yapıp Çeto Kaptan'la vedalaştık. Saat 11 gibi nefis bir rüzgar eşliğinde orsa seyri ile Selimiye'den dönüş yolumuza başladık. Kararlıyız Kameriye Adası ile Koca Ada'yı sancağımızda bırakıp o dar koridordan, kayalıklara

toslamadan tramolalarla çıkacağız! Hazır komutuna bile gerek kalmıyor, zira yelkeni kasıp şöyle bir diklendiğimiz anda boşlamak gerekiyor. Neyseki ekip kalabalık da yoruldukça değişiklik yapıyoruz... Artık kaçıncı tramolayı atıyorduk hatırlamıyorum ama Germe koyu iskelemizde, Kameriye Adasını kıçımızda bırakmışken, ilham perim gelip de bilgisayarıma bakınca Girit'te unuttuğum aklıma geldi. Yazıktır, günahtır onca tramolaya, ne yapsak ne etsek, Marmaris'ten arabayla mı gitsek de alsak kararsızlığı ile "yelkenciyiz, genciz, dinamiğiz" nidaları atıldı ve "alesta kavança" komutuyla döndük gerisin geriye. 2 saatimize mal olsa da tüm seyirleri yapmış olduk. Züğürt tesellisi bu olsa gerek!


İkinci Selimiye çıkarmamızın ardından motor seyri ile koridoru yeniden aştık ve atabol kayalığına varmadan yeniden yelkenleri bastık. Hedefi Çiftlik Koyu koymamıza rağmen her zamanki gibi yine vazgeçip Bozukkale'ye vardık, bir başka nadide koyumuza, eski Loryma'nın surlarının yükseldiği limana... Kale surları doğa ile o kadar bütünleşmiş ki seyir halinde görebilmek neredeyse imkansız. Çok korunaklı bir koy olmasına rağmen meltem arkamızdaki vadinin içinden geliyor. Dışarıdan gelmesek fırtına var diyeceğiz, o kadar esiyor!

Gün batımı ile doğa bir kere daha hayran bırakıyor insanı kendine. Kızıllık dağlara, dağlar suya karışıyor, yeşiller, maviler, kırmızılar suda dansediyor. Huzur son safhada. Ah bir de açlık olmasa! Menümüz belli: Nohut-pilav. Zaten kumanyanın sonuna gelmişiz. Kala kala bir karpuz, bir de kavunumuz var. O da Marmaris yoluna!

Fonda Münir Nurettin Selçuk ezgileriyle Bozukkale'de bir günü daha deviriyoruz.

Bozukkale'den sevgilerle...


Hiç yorum yok: