19 Ağustos 2008 Salı

Gökova - Löngöz

Ertesi sabah atladık botumuza, gittik KonTiki teknesine sohbete. Ankaralı Mehmet Bey, eşi, gelini ve torunu ile birlikte Bodrum’dan çıkmış seyre. 2005’te teknesini satıp KonTiki’yi yapmaya başlamış. Yapmaya başlamış diyorum, çünkü suya indirmiş olmasına rağmen hala çok eksiği olduğundan, tekne yapmanın almaktan çok daha pahalıya patladığından, eşi ise ne kadar yıpranıp yorulduklarından bahsetti – ne çare ki bizimki hala kendi teknesini yapmakta kararlı!

Ziyaret kısa sürmeliymiş deyip kendi teknemize geçtik ve hafif rüzgarda keyifli bir yelken seyri ile “Yedi Adalar”a doğru yola koyulduk. Sadun Üstad “çam ormanları ile kaplı güney sahilleri önünde dört ada, kıyı ile aralarında, 2 milden geniş, koca bir körfez oluşturur. Bunun içinde yer alan, her havada barınılacak sayısız koyda, birçok yat, birbirini rahatsız etmeden kalabilir” şeklinde bahseder Yedi Adalar’dan. Hakikaten de birçoğu teknelerce işgal edilmiş küçük küçük bir çok koy. Orası burası derken, tam bir yeri gözümüze kestirmişken bizim kaptanın gözlükleri bağlı bir teknedeki çıplakları görmesin mi? Hayır biz de bakıyoruz ama niye görmüyoruz ki??? Tabi vazgeçtik oradan da. Ümidimizi kesmişken bize göre tek teknelik bir koy bulup kayalara bağlanıverdik. Aman ne de keyifli oluyormuş koyu kapatmak! Biraz deniz, biraz yemek, derken vakit yine geçivermiş.

Aldık demirimizi düştük yine yollara.. Akşama Löngöz’de mangal var! Gökova muhteşem bir yer. Sanki sonu gelmeyecek bir koridorda yol alıyorsunuz. Girip çıktığınız her koy ya da her bük kendi içinde de koylara bölünüyor. Karaağaç Limanı, Küfre Koyu, Teke Burnu ve Hırsız Liman, Löngöz Koyu’na, diğer adıyla Kargılıbük’e varıncaya kadar durmadan uğradığımız, girip de görmemezlik edemediğimiz diğer yerlerdi. Ah bir de uçağımız olaydı da o güzellikleri yukarıdan görüntüleyebilseydik!

Löngöz’e vardığımızda 3 gulet, 2 yelkenli çoktan kıçtan kara bağlanmıştı bile. Sağ olsunlar bize de bir yer bırakmışlar. Demirimizi iki guletin ortasına attık, bir güzel yanaştık. Kıyıda mangala yer hazır. Ama önce biraz deniz, biraz keyif, biraz da keşif! Sanki koyun sonuna doğru bir tesis var, ayrıca sazlıklar da olduğuna göre azmak mevcut. Gidip bir bakmak lazım. Atladık botumuza dikkatli bir şekilde tesise doğru yol aldık. Sazlık gördünüz mü fazla yanaşmayacaksınız. Derinlik ancak botumuza izin veriyor. Kırık dökük ahşaptan bir yer, tam yabancılara göre. Bizim yemek belli zaten.

Hanımlar mutfağa, beyler kıyıya! Kaptan bir elinde mangal, diğerinde botun pompası binmiş gidiyor. Botumuz da gayet sağlam ne oldu ki acep, diye düşünürken dank etti, jeton düştü! Fönümüz olmadığına göre pompayı kullanacak bizimki…

Soğanlı, domatesli koca bir salata, yoğurt, ezme daha ne olsun derken, bir de baktık ki bizim beyler mangalı unutmuş, kafa kafaya vermiş hararetli bir çalışma içerisindeler. Bağlamışlar tekneye bir halat, diğer ucu sahilde, o halata da botu, etler piştikçe biz tekneden çekiyoruz botu, boşalınca onlar kıyıdan! Guletteki İngilizler hayretler içerisinde bizi seyrediyor ve hatta dinliyorlar. Çünkü o sessizlikte bir bizden ses geliyor. “Kaptanım tavuk yeter, biraz da sucuk attırıver”, “Ooo Zeki Müren mi çalıyor, hem de Gökyüzünde Yalnız Gezen Yıldızlar, açın sesini biraz daha”…


Bu arada yanımızda 3 ördek. Besleyelim diye düşünürken bizim avcı kaptan “aman ha sonra gece boyu vrak vrak başımızdan gitmezler” diye uyarıverdi. Hayvanlar da bizim gibi cin valla. Oluşturmuşlar bir üçgen, önce karşıdaki ilk gulete, sonra ikincisine, sonra yine bize uğruyorlar. Yemek bitene kadar öyle dolandılar. Bu hengamede bir de ne görelim, tam karşımızdaki tepenin arkasından mehtap doğuyor. Olağanüstü!


Ne kadar şükretsek azdır, muhteşem bir ülkede yaşıyor, her gün yeni bir güzelliğini keşfedebiliyor ve bunları çok sevdiğimiz insanlarla paylaşabiliyoruz…

Hiç yorum yok: