19 Aralık 2008 Cuma

6-14 Aralık 2008 Kurban Bayramı

Kıbrıs Niyetine Kaş-Kalkan-Meis-Fethiye Körfezi

5 Aralık Cuma akşamı saat 19 suları iki araba düştük yollara. Bu sefer teçhizat tamam, balıkçı Kaptanımızın oltaları da yanımızda; mevsim şahane, beklenti büyük! Özdilek'teki alışverişin ardından sabah 5 gibi Göcek, Marin Türk'te bağlı bulunan 47 ft. Leap of Faith teknesine kendimizi attık. 3-4 saat uykunun ardından malzeme yerleşimi için herkes kalktı. Son yolcumuzu tekneye bindirip, tüm kontrolleri yaptık ve Doğu'ya doğru "vira bismillah" dedik. Hedef: Kıbrıs. Acaba gidebilecek miyiz, yoksa Kaş-Kalkan-Kekova kıyı kıyı dolaşacak mıyız?

Hava sıcaklığı 22-23 derece, denizde bizden başka tek bir Allahın kulu yok. Öğle saatleri soluganların artmasıyla mürettebattan fireler başladı. Kovayı alan başa zor atıyor kendini. "Kaptanım kıça gelin, mazallah düşersiniz" telkinleri boşa! Dalgalar büyüdükçe büyüyor, 2m. 3m. 4m. 5-6m.'ye varınca Soğuk Su'da mola verip hava durumu alalım, dedik. Havuzlukta güzel güzel otururken birden dalga manzaranızı kesiyor, nooluyor yaa, deyiveriyorsunuz. Teknenin başı o koca dalgalarda suya girmeye, midesi bulananların dengesi bozulmaya başlıyor.

Öğlen 2 gibi Soğuk Su'nun ıssızlığına demir attık. Yazın her daim dolu olan koya, 1 saatlik de olsa sahip olabilmek, doğanın bize sunduklarını başkalarıyla paylaşmamanın keyfi ilk günümüzün bize sunduğu bir hediyeydi sanki. Ekip kendine gelince Kalkan'a doğru demir aldık. Ortalama hızımız 6 knot, muhtemel varış saatimiz 20:30 civarı. Gün batmaya, hava kararmaya ve soğumaya başladı. Can yeleklerimizi giydik, seyir fenerlerimizi yaktık, navigasyon ile gece seyrimize başlamak üzereyiz. Soluganlar azalmış, yüzler gülmeye başlamış...

Tam bu satırları bitirdiğim sırada dışarıdan "Candan koş, Kaptan bir ineğe çarpıyordu" çağrısı geldi. Bizimle seyirde başınıza her şey gelebilir :-))

Acaba o ölü inek bir şeylerin habercisi miydi?

Hava şiddetlendikçe, dalgalar da büyüyordu. Üzerimizdeki can yelekleri, bizi rüzgarın denizden kopardığı serpintilerden bir nebze de olsa koruyordu. Soğuk Su'da ekibin bir bölümüne verdiğimiz bulantı haplarının pek bir etkisi olmadığını farketmemiz uzun sürmedi. "Made in Spain" siyah kova ve ıslak mendil ekibimizin yeni üyeleriydi!!! Sığınabileceğimiz ilk yer olan Kalkan, Soğuk Su'dan yaklaşık 30 mil mesafede.

Patara'ya gelene kadar hafif hafif kafadan aldığımız rüzgar bir anda şiddetini 25'lere çıkardı. Dalgalar zaman zaman kırılarak gelirken, hızımız 3000 devirde ancak 2,5 - 3 knot arasıydı. Bu da varış süremizi iyice uzatıyordu. Kanal 67'yi beklemeden Sahil Güvenlik'ten bilgi almaya karar verdik. Fakat ne Ankara, ne Antalya'dan cevap alabildik. "İhbar yapmak istiyorsanız lütfen 4'ü tuşlayın"dan sonra derin bir sessizlik ve hattın kesiliş sinyali!! Kanal 67 ise havanın sakin olduğunu, fırtına beklenmediğini söylüyordu. Soğuk Su'da internetten aldığımız tahminler de bu doğrultudaydı. Rüzgar güneydoğu, doğu yönünden esiyordu. Tek tesellimiz havanın sıcak olmasıydı. Ay ışığına rağmen dalgaları görmek ve kaçmak çok zordu. Akşam 9 suları Yılan Adası'nı sancağımızda bırakarak Kalkan Limanı'nı pruvamızda gördük. Fakat bu sefer de rüzgar ve dalgayı sancak bordadan almaya başladık. Bir ara chartplotter'da çalışırken maruz kaldığımız dalga ile tüm mutfak dolap kapaklarının açıldığını gördüm. Tam onları kapatayım derken bu sefer de yalpadan navigasyon masasının üzerindekiler yerlere saçıldı. Kendimi mi tutayım, içeriye mi mukayyet olayım bilemedim. Limana yaklaştıkça sağanakların hafifleyeceğini düşünmek hata oldu. Usturmaçalarımızı taktık, halatları hazırladık, fenerden içeri girdik. Giriş o giriş, içerisi uçuruyor! Rüzgar tekneyi bir o yana bir bu yana savuruyor. Tam demir atalım derken, savrulmayla bordalamaya karar veriyoruz; tam bordalayalım derken de demir atmaya... Sahil Güvenlik'in botu var ama görünürde insan yok. Projektörle yardım arıyor, balık tutanlara sesleniyoruz. Ama nafile... En sonunda yan yana kıçtankara yapmış günü birlik teknelerinden çıkanlar, hemen yanlarına yanaşıp, kıyıya bordalayabileceğimizi söylediler. Sağanağın kestiği ilk fırsatta tornistanla yanaşıp halatlarımızı attık, sıkıntısız bir şekilde güzelce bağlandık. Herkes
perişan, deniz tutmuş, mideler boşalmış, üst baş ıslak, tuzdan bembeyaz. Saati on buçuk etmişiz, biraz dinlenip yemek için Kuru'ya telefon açıp, yola çıkıyoruz. Bir taksi tutup 7 kişi ve 1 çocuk doluştuk. Sobayı yakmışlar, üzerinde çayımızı demliyorlar. Ezmeler, zeytinler, salatalar bitiyor, çiğ börekler, mantılar geliyor. Üzerine çayla höşmerim (aslında un helvası) de yiyince rehavet çöküverdi. Bu işte bir terslik vardı! Son 2 saat boyunca hiçbir aksilik olmamıştı!

Restorana gelen telefonla apar topar tekneye geri döndük. Rüzgar lazyjack'in direk üzerindeki iplerinden birini koparmış, yelken boşta kalmış. Yanaşmamıza yardımcı olan kaptanlar palanganın halatıyla yelkeni eğreti de olsa toparlamış, bağlamışlar. Yanlarında Kuru'ya gideceğimizden bahsettiğimizden arayıp haber vermişler. Bumbayı indirip, palanganın halatını çözdük ve iki tarafa taktırdığımız emniyet halatlarıyla yelkeni yeniden bağladık. Fakat o rüzgarda direğe tırmanıp kopan halatı değiştirmemiz mümkün değil. Rüzgar 25'ten aşağı düşmüyor, 32-33'lere kadar çıkıyor. Yatmadan evvel halatlarımızı yeniden kontrol ettik, baştan bir halat daha bağlayıp teknemizi daha güvenli hale getirdik. Tüm bu önlemlere rağmen sabaha kadar saat başı kalkıp etrafı kolaçan ettik.

Sabah saatlerinde rüzgar hala etkisini sürdürüyordu. Beklentimiz yağış olması ve havanın kalması. Yapacak bir şey yok, bekleyeceğiz. Aldık malzemelerimizi çıktık teknenin hemen üzerindeki Jasmine Restorana. Meğer aşçısı bizi Göcek'ten tanırmış. Ünümüz güneye doğru ilerliyor! Öğlen saatlerine kadar yedik, içtik, biraz da navigasyon çalıştık. Sonra biraz yürüyüş yapıp vakit geçirdik, yola devam etmek istemeyen arkadaşımızı yolcu ettik. Saat iki civarı yağmurun çiselemeye başlamasıyla hava da kalmaya başladı. Koşarak yelken tamirine tekneye döndük. Bosun oturağı (tıraka) ile yukarı çıkılacak, kopan parça çıkarılıp yerine yenisi takılacak. Emniyetleri kuşandım, eldivenlerimi giydim, çakım bir cebimde, fotoğraf makinem diğerinde. "Aman halatlara güvenme, çıkarken de inerken de yardımcı ol, bir yerlere tutun" cümleleriyle tırmanışa geçtim. İlk gurcatanın biraz üzerine kadar çektiler. Tamiratı yapıp fotoğrafları çektim, salimen aşağıya indim. İpleri lazybag'e bağladık, yelkeni yeniden açıp düzgün bir şekilde topladık. Artık yeniden yola çıkmaya hazırız. Sabah Bayram namazını takiben Meis'e doğru dümen tutacağız. Neye niyet, neye kısmet. Bakalım yolumuz nereye düşecek, Meis mi başka bir yer mi?














Bu satırları yazarken Jasmine'de rakı-balık ikilisiyle günü bitirmeye çalışıyoruz...




Bayram sabahı teknemizin erkekleri namazlarını kılarken bizler de kahvaltıyı hazırladık. Sucuklu yumurta (Sultan Et)! Her ne kadar giyecek bayramlıklarımız olmasa da lokum kutumuz yanımızdaydı. Sıraya girdik, bayramlaştık, kahvelerimizi içip lokumlarımızı yedik.




Güneşli güzel bir güne başladığımızı düşünüyorduk. Ve yine yanılıyorduk! Saat 11'e doğru Meis'e doğru yelken açtık. Raporlar yine sakindi. 15-16 knot nefis bir rüzgarla geniş apaz yol alıyorduk.





Ta ki önümüzdeki burnu dönene kadar! Ah o burunlar yok mu? Bir anda dalgalar büyümeye, rüzgar şiddetlenmeye başladı. Hava 25-30-35 gidiyor... Önce birinci camadanı vurduk, baktık yetmiyor "hadi ikinciyi de vuralım" derken kıçtan kontrolsüz aldığımız bir dalga ile 360 çizmek zorunda kaldık. Tam toparladık Meis'e dümen kırdık, rüzgarı da apazdan almaya başlamıştık ki, o da ne? Sancak kemeremizde son sürat üzerimize gelen bir gemi! "Hay ben senin....." biraz hafif kaldı. O havada riske etmek gibi bir şansımız maalesef yoktu. Daha önceki tecrübelerimiz "kaçıııııın gemiiii" diye bağırıyordu. Bu sefer de Meis niyetine bahtımızda Kaş varmış, dedik. Hava pupadan 36-37... Belli ki limanın (barınağın) içi de üfürüyor. Hızlı bir şekilde yelkenlerimizi toparlayıp yanaşma hazırlıklarımızı tamamladık. Hazırlıklar esnasında mürettebattan ve usturmaçalardan fire vermemek adına bayağı bir çaba sarf ettik. Salimen limana girmeyi başardık.

Limana girince ayrı bir şok yaşadık. Boş sadece iki yer var, onlar da dalgıç teknelerine ait, belli ki geri dönecekler. İçerisi uçuruyor, mecburuz bir yere girmeye. Yardım eden, yer gösteren bir Allahın kulu yok. İşin kötü yanı limanın tam ortasında boylu boyunca tonoz beton ve zincirleri yatıyor. Demiri taktın mı ya dalacaksın, ya da dalgıç tutacaksın. Hızlı bir operasyonla demirimizi attık, girdik bir teknenin yerine. Ekipten biri atladı karaya, aldı halatları, bağlandık. Sırada gergin bir bekleyiş var. Rüzgar kesecek mi, başka bir yer bulabilecek miyiz, demirimizi tonoza takmadan alabilecek miyiz? Önümüzde birkaç saatimiz olduğunu tahmin ettiğimizden çay bahçesine oturup kekik çayı içerek sakinleyelim, dedik. Fakat içimiz rahat değil. Ekibi oturur bırakıp yer bulmaya çıktık. Mendireğin hemen dibine kurulmuş bangır bangır müzik çalan mini lunaparktan mümkün olduğu kadar uzak kalma niyetindeyiz. Mendireğin girişinde bize uygun, iki yelkenli arasındaki boş yeri görünce tamam, dedik. Saat 3 civarı ekibi tekneye çağırıp yer değiştirme operasyonuna başladık. Rüzgar iskelemizden bindiriyor. Sancak koltuk halatını aldık, dümeni iskeleye kırdık, yol vererek rüzgarı karşıladık. Böylece tekne stabil kalabiliyordu. Sağanağın kesmesiyle de hem iskele koltuk halatımızı boşladık, hem de demirimizi almaya başladık. Tam her şey yolunda diyorduk ki teknelerden birinin tonozu da demirle birlikte gelmez mi? Allah'tan durum vahim değil. İleri geri birkaç manevrayla kurtarmayı başardık. Hemen bulduğumuz yere kıçtankara demirledik. Kıyıda bizi bekleyen arkadaşımıza fazladan bir halat daha verip iskele tarafında duran gulete kafadan bağlandık. Böylece yanımızdaki teknenin de üstüne düşmemiz engellenmiş oldu. Artık rahattık. Bir güzel karnımızı doyurup dolaşmaya çıktık. Yazın o curcunasından sonra Kaş, Bayram'a rağmen sakin, sessiz. Dükkanların çoğu kapalı. Hava git gide soğuyor, ama keyfimiz yerinde. Teknemize döndükten sonra çayımızı demleyip sohbet ediyoruz. Ekip, ruhunu kazanmış, iyice kaynaşmış. Aldığımız raporlar bu sefer havanın şiddetleneceğini söylüyor. Hava yokken böyle ise, şiddetlendiğinde ne olacak acaba diye düşünmeden edemiyoruz. Ekibe soruyoruz "ne yapalım? Yarın ola, hayır ola, sertse Yunuslarla yüzmeye gideriz" kararıyla kamaralarımıza çekiliyoruz.

Sabah sekiz gibi kalkıyor, kahvaltımızı hazırlıyoruz. Hava daha da sert. Mendireğe çıkıp baktığımızda patlayan dalgaların su zerrelerini görüyoruz ışıl ışıl. Karar yine kalmaktan yana. Çaydı-kahveydi derken öğleni etmişiz. Sırt çantalarımızı yüklenip Bucak Denizindeki yunus parkına gidiyoruz. Küçücük bir havuz ve iki yunus. O gülen hayvancıklar sanki hüzünle bakıyorlar bize. Burunları, vücutları bereli. Belli ki kaçıp kurtulmak istiyorlar. İçimiz buruluyor. Balıkla besliyor, bari karınları doysun diyoruz. Seyretmek 5, fotoğraflamak 15, sevmek 30, yüzmek 120 YTL. Ekibimizin en küçük iki üyesi Efe (9) ve Benhür (40) mayolarını giyip Tom ve Mischa ile yüzmek için havuza giriyorlar. Mischa Benhür'den korkuyor, yüzerlerken garibim hiç gözükmüyor, sanki Benhür var sadece :-)) Bizlerse üzerlerimizde 10'ar kat kıyafetlerle onları filme alıyoruz.






Isınmak amacıyla sahilde kurulmuş bir kamp yerinde taze adaçaylarımızı içip biraz daha vakit geçiriyoruz. Günlerden Salı olmuş ve bizler hala yıkanmamışız. İşin kötüsü o soğukta kimse suya girmeye tenezzül etmiyor. Kızlarla "bari kuaföre gidip saçlarımızı yıkatalım" diyoruz. Kaş kazan biz kepçe açık kuaför arıyoruz. Neticede bulduk Kaş'ın en sosyetik kuaförünü, girdik yıkanmaya. Hızımızı alamayıp kestirip fönlettik! Üç kokoş tekneye döndüğümüzde pastırmalı-sucuklu kuru fasulye, pilav ve cacığımız hazırlanmış, masa kurulmuş bekleniyorduk. Yemekten sonra mini lunaparka gidip hep birlikte çarpışan otomobillere bindik. Çocuklar gibi şendik, ama bir eksiklik vardı: Dondurma! Onu da Nur Pastanesi'ne gidip bulduk, biraz yanık biraz çukulatalı... Artık bir sonraki günü planlama kıvamına gelmiştik!

Çarşamba sabahı 9 civarı Meis'e doğru yelken açıyor ve kapıyoruz. O kadar kısa mesafe!

Meis, diğer Yunan adaları gibi çorak, ama rengarenk boyalı iki katlı evleri, kıyı şeridinde restoran ve barları olan bir ada. Limanın sol tarafı daha korunaklı, demir atıp kıçtankara yapılıyor. Hangi restoranın önüne yanaşıyorsanız orada yemek yemeniz gerekiyormuş, yoksa şikayet ediyorlarmış. Gece konaklama yapılacaksa tüm işlemlerin yapılması gerekiyormuş. Şöyle bir baktık, tam karşımızda bir amca el ediyor. Zaten her yer müsait, ondan başka da yardım edecek kimse yok. Demirimizi atıp yanaşıyoruz. Amca Türkçe konuşuyor, pek de şaşırmıyoruz. Soran olmadığı için hiçbir işlem de yaptırmıyoruz. Tüm adayı ve tek müzesini geziyoruz. Tepelerden manzara muhteşem. Karşımızda Kaş, diğer tarafta Kekova yolu, adalar... Görünüşte çok ciddi olmalarına rağmen oldukça misafirperverler. Müzenin girişi kişi başı 8 Euro olmasına rağmen görevli amca toplam 10 Euro alıp Metaxa, su ve kahve ikram ediyor. Neredeyse üzerine para verecek. Müze'de Osmanlı'dan kalma birçok parça bulunuyor. Fakat en ilginci ikinci Dünya Savaşı sırasında çekilmiş bir fotoğraf: Ada çok daha kalabalık ve limanın içinde birçok deniz uçağı görülüyor.









Gezimizin bitimiyle teknemizin bağlı olduğu iskeleye masa koydurup çimçim karidesle patates kızartması yiyip denize giriyoruz.


Hava raporuna bakıyoruz, ertesi gün iyi gözüküyor ama bir sonraki gün hava yine sert olacak. Önümüzde iki seçenek var: ya Kekova'ya devam edip sert havada dönüşe geçeceğiz, ya da akşam Kalkan'da kalıp sakin havada dönüp günlerimizi "bizim köyde" geçireceğiz. Ekipten "kasmayalım, dönelim" kararı çıkıyor.

Meis'ten öğleden sonra 3 suları Kaş'a doğru hareket ediyoruz. Kaş'ta bir gulete bordalanıp alışveriş ekibini bekliyoruz: bir Türk klasiği, mangal-kömür-et! Alışverişi bitirip Kalkan'a doğru dümen tutuyoruz. Soğuk ama güzel bir gece seyri yapıyoruz. Kalkan barınağının sol tarafındaki koya demirimizi atıp çift koltuk alarak mangal hazırlığına giriyoruz. Beyler mangal başında, bizler teknede. Fakat hava o kadar soğuk ki dışarıya çıkan 5 dakika dayanamayıp içeriye zor atıyor kendini. Hafiften hafiften rüzgar da başlıyor. Tam etler geliyor, rüzgar da yön değiştirip şiddetleniyor. Niyetimiz zaten yemekten sonra barınağa bağlanmak. Ama o soğukta, onca eziyetin ardından ağzımıza henüz bir lokma atmışken apar topar çıkış yapmamız gerekiyor. Halatlarımızdan biri kopsa kayalıklara sürüklenmemek imkansız! Botumuzun dıştan takma motoru (outboard) olmadığı için halatlardan birini orada bırakıyoruz. Önce güvenlik! Almaya kalksak ya bot sürüklenecek, ya tekne. Kalkan limanına girdiğimizde yine kimsecikler yok, ama biz tecrübeliyiz. Ekipten birini atıveriyoruz kıyıya, bordalamaya yardımcı olsun diye. İşler bittikten sonra yine Jasmin'e çaya. Çay paralarının acısını çıkartacağız! Şömine önünde ısınıp, biraz sohbet ve yatak, ertesi gün yol uzun ne de olsa.






Patara sahilini ve Yedi Burunlar'ı öğleden önce geçmek niyetindeyiz. 9 civarı yola çıkıyoruz. Önce gidip yan koydan halatımızı topluyoruz. O esnada kahvaltılık sandviçler, çaylar, kahveler hazırlanıyor. Geliş yolu tecrübesi nedeniyle herkes biraz tedirgin. Ama Poseidon bu sefer bizim yanımızda. Kah yelken, kah motor-yelken öğlen 2 suları Kelebekler Vadisi'ne vardık. Etkilenmemek elde değil. O sükunet, denizin rengi, vadinin uzanışı... Demir atıp, tek koltukla kıyıya bağlanıyoruz. Botumuzla sahile çıkıp şelaleye doğru vadi yürüyüşüne başlıyoruz. Kesmiyor, tepelerden teknemizi fotoğraflıyoruz. 4 gibi tekneye dönüp karnımızı doyuruyoruz. Çayımızı da içip gece seyriyle mehtap eşliğinde Darboğaz'a dümen tutuyoruz. Keyfimiz yerinde, şarkılar, türküler söyleyerek yol alıyoruz. Ne de olsa eve dönüyoruz, Göcek'e...

Gece Göbün'de kalıyoruz. Sabah kalktığımızda hava kapalı, yağdı yağacak, rüzgar sıfır. "Hadi" diyoruz, "bayraklı tepeye tırmanalım". "Paradise" kesmiyor artık, daha yukarılar çekiyor bizi. Bir saate yakın bir tırmanıştan sonra bayraklı tepeden muhteşem manzarayı beynimize kazıyoruz, bir sonraki gelişimize kadar izleri silinmesin diye… Aşağı indikten sonra biraz deniz, çay-kahve derken bakıyoruz rüzgarda kıpırdanma var, "haydi yelkene". Hamam önünde sıkı sağanak var. Tramolalar, kavançalar, bitap düşüyoruz. Hafiften yağmur başlayınca rüzgar kesiyor. Bu sefer de gökkuşağı ile ağzımız açık kalıyor. Resmen altından geçmek üzereyiz, o kadar net… Hava kararmaya yakın bir bakıyoruz su depolarımız boşalmış. Rota: Boynuzbükü. Mehtap her yeri aydınlatıyor. Ekip bir başına gidip depoları doldurup Sarsala'ya gidecek. Biz aşağıda, hiç karışmıyoruz. Sarsala'ya vardığımızda balıklar, lahmacunlar, salatalar, patates kızartmaları hazır, ateş yakılmış bekleniyorduk. Yorgun ama keyifli bir günü daha bitiriyorduk.

Son günümüzde kışın tadını çıkarmaya devam ediyoruz. Hava parçalı bulutlu, rüzgar yok. Gün boyu şöminede ateşimiz yanıyor. Denize giriyor, ağlarını tamir eden balıkçıları seyrediyor, yiyip içiyoruz.. Kimsede dönüş havası yok. Ama son gün olduğunun bilincindeyiz. Akşam son kalan nevaleyi de bitirip, üç-beş sohbetin ardından yatıyoruz. Sabah mazotumuzu alıp, tekneyi terk ediyor ve Ankara yollarına düşüyoruz.

Denizde inek, solugan, direkte tamirat, fırtına, güneş, yağmur, yelken, mangal, soğuk-sıcak, çarpışan otomobil, yunuslar, uçan balıklar, gökkuşağı, dolunay…

Bizimle bu seyri paylaşan ekibimize teşekkür ediyor, denizlerde buluşmak üzere diyoruz.

Hiç yorum yok: