13 Nisan 2012 Cuma

İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Yaz (I)



Ankara-Phuket Deniz Hattı

Kışın hırçınlığı kaybolmuş, deniz sakinlemiş, pıtrak gibi açmıştır morlar, sarılar, kırmızlar. Yeşil ile mavi bekliyordur denizciyi. Sessiz sakindir, özlenmiş farkındadır, hazırlanmış bekliyordur, yenilenmiştir.

Bir kere gittiniz mi, mümkün değil kurtulamazsınız. Çalmıştır kalbinizi, yer etmiştir aklınızın bir köşesine. Kaçıp gitmek, kavuşmak istersiniz her fırsatta. Ama bilirsiniz ki ayrılık mecburi.

Böyle bir sevdadır deniz, böyle bir aşktır en yasaklısından!

Kimi İstanbul’da, kimi İzmir’de hasret kalır denize. İş, güç, eş, dost derken gelip geçer günler görmeden, koklamadan maviyi. Bir de Ankaralılar vardır: her şeyden, her yerden uzak ama bir o kadar da yakın! “Kaptanlık Belgeleri”, “dalış bröveleri” ceplerinde, balığın en tazesi sofralarında… Her hafta sonu alır başını giderler Bodrum’a, Göcek’e, Kaş’a…

Deniz gidebilene yakındır!

Kendi halinde birkaç dil bilen, uluslar arası ilişkiler alanında çalışan, ailemin tek kızı iken kapıldım bu sevdaya. Esen Hoca’dan belge, Anadolu Denizcilik Kulübü’nden pratik eğitimler, Budget Sailing’ten Hasan Şimşek’le uzun seyirler, MTM Yatçılık’la büyüyen tekne boyları derken yaşadığım şehir Ankara mı, Göcek mi bilemez oldum. Kestirdim saçları, verdim istifayı, başladım MTM’de işe. Hem charter işlerini öğreniyor, hem yeni sevdalı Ankaralıların başında kısa seyirlere çıkıyordum. Aşımı veren deniz, eşimi de verdi bir gün. Artık yalnız değildim. O da yardımcı olmaya başlayınca zamanımızın büyük bir bölümünü denizde geçirir olduk. İşi gücü bırakıp Ankara Deniz Kulübü’nün bünyesinde kışın hafta sonları, yazın haftalık seyirlerle ailelere eğitici kaptanlık yapmaya, daha doğrusu yelkenli bir teknede deniz yaşamını paylaşmaya başladık.

Tabi ki hedef dünya turu! Lakin ne biz, ne teknemiz maddi/manevi henüz hazır değiliz. Eh Bodrum’dan Finike’ye gezip görmediğimiz yer de kalmayınca, ufak ufak duyduğumuz seslere kulak vermeye başladık: “hep aynı yerler Kaptanlarım, hadi yeni rotalara yelken açalım!” Eş dost biraz araştırınca Fethiye’den bir kesimin kış aylarını, daha ucuz olduğu için, vize istemeyen Tayland’da geçirdiğini öğrendik. Uzun, ıssız, bembeyaz kumsallarını, akvaryum gibi denizini duymuştuk. Dünya gezginlerinin de mutlak uğrak noktası olduğuna göre vardır bir hikmeti diye düşündük. Madem tanıdıklarımız da var, araştırırlar, bize güzel bir tekne ayarlarlar, biz de ekiplerimizle “ilkbahar, yaz, sonbahar, yaz” sloganımızı hayata geçirebiliriz.

Galiba bizim dünya turumuz böyle olacaktı!

Ağustos ayı geldiğinde henüz Tayland’da ne bir charter firması bulmuş, ne de ekip kurmuştuk. Biz Türklerin hatalarından biri de bu zaten. Yatçılık sektöründe dilediğiniz tarih ve indirimli fiyatlarda tekne kiralamak istiyorsanız en geç 6 ay evvelinden sözleşmeyi imzalamış olmanız gerekir. Avrupalılar neredeyse 1 yıl evvelden tarihlerini kesinleştirip kaporalarını yatırıyorlar.

Sezon devam ettiğinden, sürekli seyirde olduğumuzdan Eylül ayını da elimiz boş geçirdik. Ekim ayına geldiğimizde kışı Tayland’daki evinde geçiren, yabancı ekiplerle her yıl yelkenli tatiline çıkan Fethiyeli bir dostumuzdan yardımcı olmasını istedik. Ay sonunda Türkiye’yi kapatıp Tayland’a geçecekti. Ondan aldığımız referans bilgilerle yüksek sezon olan Şubat ayının ilk iki
haftası için tek gövdeli yerine 40 ft. civarı çift gövdeli yani bir katamaran kiralamaya karar verdik. Bir sonraki sıkıntımız ise charter yani kiralama şirketiyle ilgiliydi. Hayatımızda hiç bulunmadığımız bir ülke ve denizde karşılaşılabilecek bir arıza, organizasyonu yapan bizleri ciddi sıkıntıya sokabilirdi. Bildik, iyi hizmet verebilecek uluslar arası bir şirket bulmalıydık. “Ali Bey, sen zaten gidiyorsun, bu işlerden de anlıyorsun, hadi sen de ekibimize katıl, bize de bir tekne bul” çağrısıyla derdimize derman bulduk!

Yapılan ön çalışma neticesinde Phuket havalisinde kiralamaların günlük fiyatlandırıldığını, genelde katamaranların kaptan ve mürettebatlı olduğunu öğrendik. Rakamlar değişkendi. Günlük 700 Euro’dan, 1500 Euro’ya giden bir çeşitlilik söz konusuydu. Neticede Ali Bey, Phuket’in altını üstüne getirerek Kasım ayında bize 38 ft. bir Robertson & Caine marka katamaran buldu. Ekip oluşturabilmek için hemen duyuruya çıktık. Önümüzde kısa bir süre olduğundan firma ödemenin tümünü talep etti. Yalnız yanılgıya düştüğümüz bir husus oldu. Bizden teminat dışında bir de sigorta ücreti talep edildi. O rakamın seyir sonunda bize iade edileceğini zannediyorduk, ama iade söz konusu olmadı.

Şirket kaptandan bir belge istemedi. Kaptanın ve yetkili ikinci bir kişinin yeterliliğini ölçebilmek için seviyeler soruldu. Seviye tespiti 4 maddeden oluşuyordu, özetleyecek olursak:

Seviye 0: Filotilla Seyri, yani birden fazla tekne ile aynı anda, aynı rotada, 15 knot esen rüzgarda seyir tecrübesi.

Seviye 1: Bir teknede Kaptan olarak, 20 knot rüzgarda, 5 gün veya 100 mil seyir tecrübesi.

Seviye 2: Bir teknede Kaptan olarak, 20 knot rüzgarda, 10 gün veya 200 mil seyir yapmış olmak ve gel-git akışını takip edebilmek.

Seviye 3: Bir teknede Kaptan olarak, 25 knot rüzgarda, 20 gün veya 400 mil seyir yapmış olmak, kuvvetli akıntı ve gel-git tecrübesine sahip olmak.

Gel-git ve kuvvetli akıntı tecrübemiz olmamasına rağmen bir süredir hayatımızı teknede seyir halinde geçirdiğimizden seviye 3’ü kendimize uygun görüp işaretledik. Şirket de bize başka bir soru yöneltmedi.

Sıra bölge hakkında araştırma yapıp rota çıkarmaya geldiğinde bir süre öylece kaldık. Elimizde referans olabilecek hiçbir yayın yoktu. Internete girdiğimizde ise çoğunlukla kara gezginlerine hitap edebilecek ayrıntılar yer almaktaydı. Denizciler için seyirle ilgili bilgi alabilmek neredeyse imkansıza yakındı. Tek yapabildiğimiz Google Earth programını kullanarak adaların isimlerini öğrenmek, varsa bağlanma limanlarını tespit etmek ve yine internette bu yer isimlerini aratarak ayrıntılı bilgi edinmekti. Harita sorununa ise sahip olduğumuz iphone marka telefona “Navionics” programını indirerek çözüm bulduk. Programı internete bağlanarak kullanabilmemize rağmen bir kere ayrıntılı açmak yeterli oluyor. Bir sonraki çalıştırışta internet imkanınız olmasa bile daha önce açmış olduğunuz bölgenin ayrıntılarını görebiliyorsunuz. Her ne kadar küçücük ekrana bakarken gözlerinizi feda etmeniz gerekse de “seven ne yapmaz” deyip bu program sayesinde kendimizce bir rota çalışması yapabildik. Yine de
tedbiri elden bırakmayıp ekibimizden 2 gün önce Phuket’e gidip hem bölge hakkında bilgi edindik, hem de şirketten 308 numaralı bölge haritasını satın alarak ön çalışma yaptık.

Uçak biletleri de tekne kiraları gibi önceden alındığında nispeten ucuza mal oluyor. Biz bu konuda da geç kaldığımız için maliyetimiz biraz arttı. Birkaç alternatifimiz olmasına rağmen İstanbul-Bangkok 9 saatlik direkt uçuşu sebebiyle Türk Hava Yolları’nı tercih etik. Hemen aynı gün için Air Asia’nın internet sitesinden Bangkok-Phuket uçuşuna da birer bilet aldık. Her iki uçuş için online check-in yaptırdığımızdan hiç sıraya girmeden valizlerimizi teslim ederek uçağımıza bindik.

Gidip gelen Türklerden beyaz peynir, zeytin gibi Türk kahvaltısının vazgeçilmezlerinin Tayland’da bulunmadığını öğrendiğimizden her iki ekibe de alışveriş yapmalarını tavsiye ettik. Biz de elimiz boş gidecek değildik tabi. Hemen bir başka denizci dostumuzu arayarak rica da bulunduk. Kahvaltı sponsorumuz Sultan Et’in 6 kangal sucuk, 6 paket kavurma, 6 paket salamdan oluşan kolisi yaklaşık 6 kilo tuttu. Ama her şeye değerdi!

Yemek faslından sonra kıyafet faslına geldi sıra. Tekne 4 kabin, ekipler 8’er kişilik. Katamaran bile olsa katlanır çanta ile en az eşyayı yanımızda götürmemiz gerekiyordu. Ekvatora yakınlığından dolayı Kasım-Mart arası yağışlar azalıyor, hava sıcaklığı gece ve gündüz neredeyse aynı, yaklaşık 29-30 derece. Bir tekne, bir dışarı ayakkabısı, 2 şort, 2 mayo, 2 gömlek, daha
ne olsun, değil mi? Ama olmuyor işte. Güneş kremleri, havlular, fotoğraf makineleri, maske-şnorkeller, kitaplar, bilgisayarlar derken biz iki kişi elimizde 6 parça, salkım sepet düştük yola. E tabi Ankara’da da, İstanbul’da da hava soğuk. Üzerimizde kazaklar, çantada mayolar!

Velhasıl 26 Ocak Çarşamba gecesi THY ile yaptığımız keyifli ve konforlu yolculuk sonrasında 27 Ocak Perşembe öğle saatlerinde Bangkok Suvarnabhumi havalimanına indik. İlk işimiz üzerimizdeki kazakları çıkarıp yazlık kıyafetlere bürünmek oldu. İkincisi bagaja verdiğimiz 3 valizin salimen teslim alınmasıydı. Hani Allah muhafaza kahvaltılıklarımıza bir şey olursa ne yapardık sonra? Üçüncü olarak d-Tac marka telefon hattı ve sınırsız internet almak, son olarak da para bozdurmak oldu. Tayland’ın para birimi Baht, TL’ye çevirirken hesap kolaylığı ise rakamdan bir 0 atıp ikiye bölmek! Türkiye’ye göre oldukça ucuz bir ülke olmasına rağmen pazarlıksız hiçbir iş görülmüyor. Pazarlık yapabilmek içinse öncelikle İngilizcelerini anlamak gerekiyor. Son heceler hep yutuluyor; ş, ç ve r harfleri ise neredeyse hiç kullanılmıyor. Mesela “Ice Tea” (ays tii), oluyor “I teeaaa” (ay tiiiiiii) ya da karides anlamına gelen “shrimp” (şrimp), oluyor “chimp” (cimp)!

Sıra Phuket uçuşundaydı. Windguru ve winfinder sitelerinden aldığımız bilgilere göre önümüzdeki bir hafta her gün yağışlı geçecekti. Kör talihin bizi bırakmayacağını kabul etmemiz gerekiyordu. Lakin uçuşumuzu bu kadar etkileyeceğini tahmin etmemiştik. Hani ertelenen uçuş olsa neyse, bizim kaptan pilot azimli, gidecek illaki. Uçak inişe geçtiği sırada lumbozlardan gördüğümüz sayısız kümülonümbus lar, çakan şimşekler ve hatta düşen yıldırımlar, durup
şöyle bir geçmişi ve denizde geçecek iki haftayı düşünmemize sebep oldular. 15 dakika boyunca azimli kaptan pilotumuz o bulutların etrafında dolanıp kah hızlanarak, kah yavaşlayarak geçitler bulup, arada bir de çığlıklara sebep olan ufak düşüşlerle bizi salimen Phuket’e indirdi. Yağmur yağmış, her yer ıslak, hava rutubetli, olsun biz vardık ya Phuket’e... En önemli bagajımız, sponsor
Sultan Et kahvaltılıklarının olduğu çantayı da ıslak ama hasarsız alınca Benhür’ün tüm açlığı geçiverdi.

Phuket Adası’nın Phuket Town şehrinde internetten rezervasyonumuzu yaptırdığımız otele
yerleştikten sonra çevreyi şöyle bir kolaçan edelim dedik. Dolaştıkça benim moral fena halde bozuluyor. Her yer kanalizasyon kokuyor. Bir şeyler atıştırmaya oturduğumuz açık hava restoranının masalarında hamam böcekleri yürüyor, kaldırımlarda kediler fare avlıyor. Eyvah ki ne eyvah, dedim. Ya denizi de böyleyse, ya bu kâbus devam ederse, ya bizim ekipler mutsuz olursa… Neyse ki
yemekler fena değildi de, karnımız doydu. Meğer “merkez olsun, her yere rahat ulaşırız” şeklinde düşünüp kaldığımız Phuket Town adanın sanayi bölgesiymiş. Asıl kalınması gereken bölge ise meşhur Patong, Kata, Kamala sahillerinin olduğu Batı sahiliymiş. Tabi denize odaklanınca karayı pas geçtik! Acı oldu ama bu da tecrübedir, dedik. Otele dönerken açık gördüğümüz market de ise ekmek, kesip hazırlanmış meyveler ve sürme peynirleri görünce keyiflendik, marketin adresini hemen telefona kaydettik.

Ertesi sabah güneşli bir güne merhaba deyip, kiraladığımız siz deyin 15, ben diyeyim 20 yıllık her yeri paslanmış, ama klimalı bir Suzuki ciple marinanın yolunu tuttuk. Yol boyu muz, hindistancevizi, palmiye ağaçları ve yeşilin her tonu büyüleyerek tropik bir adada olduğumuzu bize hatırlattı. Yaklaşık 45 dakikalık bir yolculuk sonunda adanın kuzey doğu kıyısında yer alan Ao Po Marina’ya vardık. Nerede bizim D-Marinler, Setur marinalar, Ece Saraylar, nerede Phuket marinaları. Ufak, sevimli bir marina olmasına rağmen, küçücük prefabrike barakalardan birkaç ofis, bir İngilizin işlettiği restoran, ikişer portatif tuvalet ve yine portatif bir duştan ibaretti! Marinada olduğumuzu anlamak için sahile gidip pontonları ve tekneleri görmemiz gerekti! Denizciler için marina dendiğinde en önemli hizmet belki de duş ve tuvaletlerdir. Onları baraka halinde görünce haliyle biraz şaşırdık. Ancak her şeye rağmen tüm Phuket seyahati için geçerli olduğu gibi özlediğimiz, gülümseyerek hatırladığımız sessizliği, sakinliği ve yeşilliği ile sizi kendine bağlayan bir marina olduğu gerçeğini de yadsıyamayız. Her akşamüzeri birden kararan bulutlar ve hemen akabinde indiren kısa süreli muson yağmurunun sonrasında yeniden canlanan yeşilleri, her daim gülümseyen Thai’li çalışanlarıyla kalbimizde yerini aldı.


Uzun bir bekleyişin ardından şirket yetkilisiyle yaptığımız ön görüşmeye istinaden kafamızda rotamız şekillenmeye başladı. 8° enleminin kuzeyinde su bulanık, güneyinde ise akvaryum misali. Gidilip görülmesi gereken yer çok, vakit dar, seçim yapmak bir o kadar zor. 308 numaralı haritamızda yanımızda olduğuna göre artık seyre hazırdık. Tek eksiğimiz ekibimiz ve kumanyamızdı.


(Ocak-Şubat 2011)

Hiç yorum yok: