20 Ocak 2010 Çarşamba

15.01.2010


Anouk'a Veda

O bizim ilk kızımızdı, emanetti.

Aylardan Nisan, elimde kocaman bir çanta sabahın köründe Marmaris’e varmış, bağlı olduğu marinaya heyecan içerisinde, “acaba”larla gitmiştim. Allamışlar, pullamışlar, tertemiz etmiş, anahtarını elime vermişlerdi.

Biz ona yabancıydık, o da bize. Pek nazlıydı. Yavaş yavaş birbirimizin huyunu suyunu anlar olduk; tepkileri ölçtük, biçtik orta yolu bulduk. Elimizden geldiğince iyi baktık, hediyeler aldık, tatlı sularla yıkadık.

Her şeyi sizlerle yaşadık o kısacık dönemde; ne fırtınalar, ne kahkahalar gördük geçirdik birlikte. Müteşekkiriz!

Gözümüzün nuru oldu. Çok sevdik. Sizlerin sayesinde alnımız ak, sırtımız dik ama ayrılığın verdiği hüzünle biraz da mahzun vedalaştık.

Çok istedik alabilmeyi. O bizim ilk “ekmek teknemiz”di. Beğenmediler teklifimizi. Aralık 28’de teslim ettik.

Hoşça kal Anouk! Bordanda suyun eksik olmasın, sintinene su dolmasın, iyi denizcilerle keyifli seyirler olsun…


















31.12.2009


İnançla, Severek, Sevilerek

Sayfa boş.. Sayfa beyaz.. Sayfa tertemiz..

Oysa birazdan kelimeler renklendirecek beyaz sayfaları, satırlar birbirini kovalayacak boş sayfada. Dolacak, dolacak, dolacak.. Kah hüzün, kah sevinç paylaşılacak. Yine birlikte gülüp, yine birlikte ağlayacağız o sayfalarda.

Yetmeyecek bazen telefonları çaldıracağız, buluşacağız belki de sarılıp hasret gidereceğiz. Kırık kalpleri onarmaya, yeni kalpler kırmaya başlayacağız. Yeni bebeklerin çığlıklarıyla mutlu olup, göçüp gidenlere gözyaşı dökeceğiz.

Fırtınalarda mücadeleye devam edip sığınacak limanlar bulacağız, hiç yorulmayacağız; İnançla, severek, sevilerek..

Saatler günleri, günler ayları, aylar yılları kovalayacak..

2009, 2010, 2011, 2012...

Çalışacağız, yorulacağız, düşüp kalkacak ve yeniden yolumuza devam edeceğiz, her gün biraz daha büyüyecek, her sabah daha farklı kalkacağız, ışığımız hiç sönmeyecek, umudumuz hep varolacak..

İnançla, severek, sevilerek...

Hepinize mutlu yıllar dileriz!



19.11.2009


Biraz Deniz, Biraz Kara: Kayaköy, Af Kule Manastırı



Ufuk kırmızı, yer gök kırmızı, güneş kırmızı.. Fethiye Körfezinde yelkenlerimizle süzülürken Rodos'un ardından güne veda eden güneşi hayranlıkla izliyoruz. Kış bir başka, deniz bir başka, Türkiye bir başka güzel...





Tekneyi öğrencilerimize teslim bahanesiyle kendimize ayırdık geçtiğimiz haftasonunu. Kah denizde, hak karada dolaştık. Bazen yelken bastık, balık tuttuk, bazen dağ taş tepe aştık, Kaya Köy'ü, Af Manastırı'nı gezdik.
Ankara'nın ardından sabah gözlerimizi güneşe açmak, denize uyanmak bir başka oluyor. Soğuk ve rutubetli bir gecenin sonunda 20'leri aşan sıcaklıkla ister istemez dertlerinizden sıyrılıyor, yüzünüze kocaman bir gülümseme yerleşiyor. Bilmiyorlar ki kara-kuru bir şehirden geliyoruz; domuz gribinden ürkmüş, trafikten bezmişiz.




Her kıyı kasabasında olduğu gibi Fethiye'de de birçok Ankaralı yaşamakta. Bizim de çok sevdiğimiz dünya iyisi Veli Abimiz tasını tarağını topladı, işini-gücünü devretti, buldu bir sevgili ya balıkta, ya gezmede. Yanlış anlaşılmasın onun sevgilisi bir Bavaria. Sağolsun bize ikinci bir ev, bir abi, bir dost oldu.

Fethiye Körfezi'nde akyadan tutun palamuta, mercandan lambukaya, ay balığından barbuna çeşit çeşit balık mevcut. Tabi tutabilene! Biz tatil havasını soluduğumuzdan öğle saatlerinde çıkınca kaldık kaya balıklarına. Olsun rızkımızı tutup karnımızı doyurduk. Paşa barbun, mercan, hani, karagöz.. Hepsinden öte 3 gün boyunca şahit olduğumuz gün batımını kelimelerle ifade edebilmem mümkün değil. Hele hele havada pusun olmaması, Rodos'u izlememize bile müsaade etti.


Son günümüzü ise karada geçirmeye karar verdik. Köylülerini yakından tanıdığımız Kayaköy ve çevresineydi yolculuğumuz. Fazla bilgimiz yoktu yola çıktığımızda. Fakat karşımıza çıkan taş, çatısız-kapısız-penceresiz evler ağzımızı açık bıraktı. Biraz araştırdık ve ilginç bir hikayeyle karşılaştık (ilgilenenler aşağıda okuyabilirler). İçimiz sızladı tarihi kalıntılara bakınca, okuduğumuz mübadele anıları dimağımızda canlandı birden. Kimbilir kaç sevdalı ayrı düştü, kaç aile kaybolup gitti.

Kış vaktine denk geldiğinden sakindi her yer. Birçok lokanta ve pansiyon dikkatimizi çekti. Yaz aylarında sanat atölyeleri kuruluyor, yerli-yabancı birçok konuk ağarlanıyormuş Kayaköy'de. Gidin-görün mutlaka.


Bir sonraki rotamız Gemile Koyu idi. Hep denizden gittiğimiz, Gemile Adası'na bakan küçük koyu bu sefer arabamızla ziyaret ettik. Zaten iskelesi olmadığından ancak Ada'ya bağlanıp botunuzla gidebilirsiniz. Tesiste 7 adet köfte, bir tabak patates kızartmasına 40 Lira verince pek de memnun kalmadık tabi! Ama Baba Dağının ihtişamı her zamanki gibi etkileyiciydi.


Saatler ilerledikçe güneşi Af Kule'de (Hagios Elefterios Manastırı'nda) batırmaya karar verdik. İşin kötü yanı güneş batmak üzere ve bizim yanımızda fener yok! 20 dakikalık tempolu yürüyüş sırasında boyalı taşları takip ederken büyük avcı Benhür domuz izlerini gösterince tamam dedik, karada da heyecan var! Nefes nefese kanter içerisinde yürüyüşün sonunda karşılaştığımız manzara bir kere daha ağzımıza sinek kaçırttı. Rodos, İblis Burnu, Kurtoğlu hepsi karşımızda. Güneş kırmızı tabak gibi, bir de yelkenli tekne. Kaldık eski bir Sony'ye, yok ki bir Nikon hediye eden :-))












Tamam bir manastır, ibadet hatta saklanma yeri. Ama "Kardeşim adamlar cüce miymiş peki, hiç mi ziyaretçisi yokmuş?" şeklinde söylenip durduk. Gezi sonunda öğrendik ki efsaneye göre manastır, Elefterios adında bir keşiş tarafından dilenerek topladığı basit aletlerle ana kayayı oyarak yapmış ve ömrünün sonuna kadar da burada çile çekmiş. Çileyi basamakları inip çıkmakta çektiği aşikar! Hayran hayran güneşi batırdık, kare kare resimler aldık.


Hadi bakalım dönüşe. Hava alacakaranlık, etraf ormanlık, fener yok, yolda domuz izleri. Ben bir Miss. Peggy'yi hatırladığımdan sevimli buluyorum hayvancıkları. Lakin ezer geçerlermiş kendileri, hani o kadar da sevimli değillermiş. E ne yapacağız? Başladık şarkılar söylemeye, el çırpmaya. Biri duysa, görse karizma yerle bir! Neyse boyalı işaretleri takip ederek, yine kan ter içerisinde arabamıza varabildik. Uzunları yaktık, pencereleri kapadık, köye doğru ilerledik.


Yorgun, argın ama yeni yerler gezmenin keyfiyle evimize attık kendimizi...



Kayaköy


"Halk arasında kasabanın 19. yüzyıl başında Fethiyeli Kör Kasap adında bir Rum tarafından kurulduğu anlatılıyor. Lakin, Kayaköy tarihi çok eskilere dayanır. Kasabanın antik çağda Karmylessos olarak bilinen antik kentin kalıntıları üzerine kurulduğu varsayılıyor. Yörede oturanlar yükseltilerle çevrili küçük ovaya 'Kaya Çukuru' adını vermiş. Kaya çukuruna kuzeyden girişte, Gökçeburun mevkiinde İ.Ö. 4. yy.a ait üç adet lahit mezar ile üzerinde Likçe yazıtlarıyla aynı sayıdaki kaya mezarları Karmylessos’un burada olduğunu düşündürmektedir.




Kasabanın eski adı olan Levissi’ye ilk olarak 14.yüzyıl’da bölgeye gelen İtalyan gezgin Sanuda’nın anılarında rastlanıyor. Levissi’nin ilk olarak 7. ya da 8.yüzyıl’da Arap akınlarından kaçan Gemile Adası sakinlerince kurulduğu sanılıyor. Rumlar düzlüğe yerleşmeyip, kayalık yamaçlara evlerini kurmuşlar, eğimli araziyle uyumlu, birbirinin manzarasını ve ışığını kesmeyen kutu gibi tek ya da iki odalı küçücük evler inşa etmişler. Su kaynakları kısıtlı olduğu için her eve yağmur sularını topladıkları sarnıçlar yapılmış.


19.yy.ın sonunda kasaba kaza merkezi Fethiye’yi geçmiş; o yıllarda Kayaköy’de (Levissi) 3137 Rum yaşarken; Fethiye’de (Makri) 1500 kişi yaşıyormuş. Kayaköy Rumları çoğunlukla Rodos gibi Ege adalarından gelerek buraya yerleşmiş, geçimlerini daha çok marangozluk, demircilik, bakırcılık ve kalaycılık gibi sanatları icra ederek kazanırlarmış, birçoğu da çevredeki Türk köylerine işçi olarak çalışmaya gidermiş. 1923 yılındaki nüfus mübadelesinden sonra kasabanın Rumları Yunanistan’a gönderilmiş; Fethiye ve Kayaköy’den göç eden Rumlar, Atina’nın Nea Makri mahallesine yerleşmiş. Selanik civarından gelen Türkler ise Kayaköy’e yerleştirilmiş. Türkler; altında ahır, üstünde tek göz oda olan evlerde ve suyu olmayan kasabada yaşayamamış, birkaç aile dışında tamamı aldıkları evleri devlete geri verip başka yerlere göç etmiş. Bazı aileler ise ovada yeni bir köy kurmuş. İkinci kez boşalan evlere bir daha kimse yerleşmemiş, bu nedenle Kayaköy içinde kimsenin yaşamadığı hayalet bir kent durumuna gelmiş."

4.11.2009


Fethiye, Kara ve Deniz

Sevgili Kaptanlarım,

Her ne kadar bayramları, özel günleri denizde geçirsek de sakın ola kutlamadığımızı düşünmeyiniz. Şekerimizi, çikulatamızı alır el öper, öptürür, büyüklerimizi ararız. 10 Kasımlarda ise teknelerden gelen siren sesleri ile Atamızı saygıyla anarız. Ancak hepsinden önemlisi onun izinde, çağdaş Türk insanları olarak sırtımızı değil, yüzümüzü denize dönerek çalışır, ülkemize, insanımıza yeni kazanımlar sağlamaya çalışırız.

28 Ekim günü iki ayrı grup olarak Fethiye'ye doğru yola çıktık. Yol boyu yağış olmamasına rağmen gökyüzünde her çeşit bulutu görmek mümkündü. Arada güneş yüzünü gösterip tekrar bulutların ardına kaçıyordu. Öğleden sonra Torosları geçerken şahit olduğumuz manzarayı ise satırlara dökebilmek inanın mümkün değil. Bulutlar kah zirvelerde, kah yamaçlarda yeşil ve sarının her tonuna eşlik ediyordu. İnsanın tüylerini ürperten, yaşamın somut kanıtlarından biriydi sanki bu manzara.

İşte bu duygular eşliğinde kızımızın yanına vardık. Gönlünü almak için elektriğe bağladık, sildik, süpürdük, içinde biraz vakit geçirip arabayla Fethiye turuna çıktık. Fethiye çok geniş bir alana yayılmış. Git git bitmiyor derler ya, işte öyle bir yerleşim bölgesi. Yaşayan yabancı sayısı oldukça fazla. Karagözler tarafı korunaklı bir bağlanma bölgesi. Ece Marina dışında iskeleli birkaç otel ve restoran mevcut. Nispeten ucuza bağlanabiliyorsunuz. Dolgu Bölgesinde Esnaf Hastanesi'nin biraz ilerisine yeni balıkçı barınağı yapılmakta. Güzel bir yüzer iskele, tonoz, temiz tuvalet-duş imkanı sunuyorlar. Önümüzdeki sezona yeni bir bağlanma noktası diye düşünüyoruz.

Kısa şehir turunun ardından Fethiye'nin meşhur Balık Pazarı'nın yolunu tuttuk. Önce aynı çatı altında bulunan halini gezdik. Fethiye'nin en önemli geçim kaynağı tarım olduğundan dalından taze taze koparılmış domatesler, mandalinalar, limonlar capcanlı renkleriyle sergilenir tezgahlarda. Yaylalarında üretilen peynirlerin ise tadına doyum olmaz.

Balık Pazarı sezonun kapandığını yoğunca hissettiren bir boşluktaydı. Ortadaki tezgahlarda bolca çupra, levrek, lambuka, kaya levreği, lopa gibi balıklar yerlerini almıştı. Biz de balığımızı alıp, restoranlardan birini seçtik. 6 kişi balık, salata, 3 çeşit meze, içki, helva 100 TL ödedik. Pazarın özelliği balığı ortadaki satıcılardan almanız ve çevresindeki restoranlardan birine kişi başı 5 TL'ye pişirttirmenizdir. Restoranlarda meze ve içki fiyatları az da olsa değişiklik göstermektedir.

Cumhuriyet Bayramımızı güneşli bir günde Göcek'e doğru yelken açarak kutladık. Havalimanı yolcumuz sebebiyle ilk gecemizi Küçük Sarsala'da geçirdik. Büyük Sarsala'da bekleyen taksiler 65 TL karşılığında Dalaman'a yolcu götürüyor. Koydaki iskeleye ise kısa süreli bağlama yapabiliyorsunuz. Henüz havanın erken kararmasına, yeni saat düzenine pek alışamadığımızdan erken yemeğin ardından erken bir uykuya çekildik. Haliyle sabah da erkenden kalktık. Diğer tekneler bizden önce ayrıldıkları için koy bize kaldı. Bolca yüzdük, biraz balık tuttuk daha doğrusu tutamadık, kahvaltımızı yaptık, artan rüzgarla "haydi yelkene" dedik.



Sağanaklarda 20 knot'lara çıkan havada orsadan, apaza, apazdan ayı bacağına her türlü seyri tatbik edip epeydir uğramadığımız Yavansu'ya gittik. Rüzgara rağmen sıkıntısız bir şekilde demir atıp yanaştık. Hemen ardımızdan gelen Fransızlar ise acemilikleri ile rüzgarın kurbanı oldular. Tonoz halatını pervaneye sardırıp iskeleye bağlı 3 teknenin pruvalarına bordaladılar!!! 1 saate yakın bir süre Avusturya-Fransa-Türkiye koalisyonu ile halatı ve tekneyi kurtarıp yanaşmalarına yardımcı olduk. Bu tür sıkıntıların her daim başımıza gelebileceğini unutmadan gerekli dersleri çıkarttık.



Öğle yemeği akşama kayınca saat 17:00 sularında teknemizde mantımızı yiyip ateş başına keyfe gittik. Havalar artık serinlediği için ateş başı sohbete rağbet çok oluyor. Yemek işi biten tekne, içkisini alıp ateşbaşına geliyor. Gerçi şehir hayatından açık havaya çıkanların uykusu da genelde erkenden teşrif ediyor. Saat 10'da herkes kamarasına çekiliyor artık.















Cumartesi sabahı güzel bir yürüyüşün akabinde yine denize girip vira bismillah dedik. Hava bulutlu. Rota Turunçpınarı. Lakin kara kara bulutlar Fethiye'yi kaplamış, Ölüdeniz tarafında düşen yıldırımlar insanı korkutuyor. Ne yapsak gitsek mi, kalsak mı derken şansımızı denemeye karar verdik. Rüzgarsız sakin bir havada motor seyri yaparak çakan şimşeklere doğru Kızıl Ada'ya kadar geldik. Fırtına öncesi sessizlik bu olmalı, dedik. İşte tam o anda karşımızda yağmurun denizi dövüşüne şahit olduk. Hooop iskele alabanda, Göcek'e kaçmaya başladık. Heyecanı severiz, bilirsiniz. Yağmur öncesi sert rüzgar olur. İşte biz de o rüzgarı arkadan alarak, yağmur bulutunun hemen önünde 8 knot hızla yelken seyrine geçtik. Yağdı yağacak, kara bulut tepemizde, rüzgar arkamızda, Bedri Rahmi'ye yanaştık, tenteleri gerdik ve yağmur başladı. Neyseki Fethiye'deki gibi şiddetli olmadı. Yarım saat kadar yağdı ve durdu.

Akşam ki mönümüz etli kurufasülye-pilav-cacık. Aşçı Benhür. Teknenin içi biraz kokuyor ama yapacak birşey yok. Havalar artık müsade etmediğinden yemeği içeride yiyoruz. Kirliler ve eller marin deterjanla yıkanıyor. Çevreye duyarlıyız.

Pazar sabahı erkenden kahvaltımızı bitirip Fethiye'ye doğru yola çıkıyoruz. Yağış beklentisi yok ama yolcularımız var. Hafif bir havada bazen motor, bazen de yelken seyriyle Kızıl Ada'ya vardık. Baktık hava uygun, hadi fenere çıkalım, dedik. Bunca zamandır aklımızda ama bir türlü fırsat yaratamamıştık. Kısmet bugüneymiş. Ekim ortası gibi restoranı kapatmışlar, bekçi Bilal Abi Denizlili. 8-10 teknelik, tonozlu iskelesi var. Dileyen yürüyerek, dileyen tekne şeklindeki raylı asansörle çıkıyor. Muhteşem bir manzara. İngilizler evlenmek için boş yere bu feneri seçmiyor. Mönü deniz mahsullünden oluşuyor, 30'a yakın meze çeşidi sunuyorlarmış. Kişi başı 65'e de çıkılıyormuş, 100'e de. Fotoğraflarımızı çekip Bilal Abiyle vedalaşıp Fethiye'ye döndük.

Pazartesi sabahı kızımızı derledik, toparladık, sildik, süpürdük, bir güzel yıkadık, emniyete alıp, vedalaşıp birkaç günlüğüne de olsa şehir hayatına geri döndük.

Bizimle birlikte bu güzellikleri paylaşan Kaptanlarımıza teşekkür ediyoruz.

Kış kendini hissetirmeye başladı. Gündüzleri güneş yakarken, geceleri soğuk ısırıyor. Göcek'teki restoranlar 8 Kasım Pazar günü Nisan'a kadar ocaklarını söndürüyor. Tekneler karaya çekiliyor, balıkçılar yavaş yavaş ağlarını yenilemek için evlerine dönüyor. Havadaki pus dağılıyor, yağışla tazelenen yeşil-sarı tonlar hoş görüntüler ortaya çıkarıyor. Doğa uykuya yatarken ıssız koylar bizi bekliyor. Artık her yer bize kalıyor...



25.10.2009


Shop & Miles Boat Show İzlenimlerimiz


Sevgili Denizciler,

Bu yazımda sizlere hem ilk defa denizde gerçekleştirilen "Shop&Miles Boat Show", hem de henüz inşaatı tamamlanmış MarinTürk İstanbul City Port (Pendik Marina) hakkındaki izlenimlerimizi aktarmak istiyorum.

Perşembe öğle saatlerinde Pendik'e vardık, arabamızı nereye koysak diye düşünürken marinanın otoparkını deneyelim dedik. Diğer marinaların aksine hem kapalı, hem açık otopark imkanı sunulmuş. 5 TL karşılığında güleryüzlü genç görevliler uygun bir yer gösteriyorlar.

Geniş bir terasa sahip giriş bölümünde henüz açılmamış mağazalar ile restoranları görüyorsunuz. Fuar ziyaretçilerini düşünerek yine Ülker Grubuna ait Cafe Crown ile Titanic isminde (yanlış hatırlamıyorsam!) bir pub-restoran hizmete girmiş. Rüzgarla birlikte hareket eden tenteler altında tekneler ve denizi doyasıya seyredebiliyorsunuz.

11 yüzer iskelesi, 752 bağlama kapasitesi ile 16.000 m2 ‘lik çekek alanında, 200 tona kadar yatların karaya çekilmesi ve denize indirilmesi, her türlü bakım ve onarımlarının yapılmasının mümkün olduğu belirtiliyor. MarinTurk'un bir diğer özelliği ise diğer tüm marinalarda Euro geçerli iken Türk Lirası ile çalışıyor olmaları. Söylendiğine göre bağlama ücretlerindeki kira artışı enflasyon oranında yapılacakmış. Her yıl %30-%40 civarındaki zamlar düşünüldüğünde hakikaten ilginç!

NTSR Fuarcılık tarafından bu sene 28.‘si düzenlenen İstanbul Shop&Miles Boat Show, 21-26 Ekim tarihleri arasında Türkiye’nin en yeni ve en büyük yat limanı olan MarinTürk İstanbul City Port’da ilk defa denizde gerçekleştirildi. 178 firma ve 585 ulusal ve uluslararası marka temsil edilmiş. Marina'da boyları 3 ile 50 metre arasında değişen 273 tekne sergilenmiş. Yalnız bu rakamlar sizi yanıltmasın. Ne yazıkki marinanın inşaası devam etmekte olduğundan geçtiğimiz yıllardaki katılımcı birçok firma bu yıl fuarda yer almamıştı. Hatta şöyle bir örnek vereyim: zincir ve led ışıklandırma araştırması yapmak durumundaydık ve bir tane bile firma bulamadık!

Motoryatlardan bahsetmeyeceğim, çünkü ilgilenmedik. Ama bir tanıdığımız 43 ft.lik Baia teknesini satıyor, isteyen olursa bilgi verebilirim.

Top Leisure, Orana 44 (katamaran), Jeanneau 36i, 39i, 39DS, 42i, 42DS, 44i, 45DS, 49i, 50DS ve merakla beklenen 2010 model Sun Odyssey'lerin en büyüğü 57'yi sergilemekteydi. Lumboz ve tavan pencereleriyle iç mekanda güneş ışığından maksimum fayda sağlanmış. Harken elektrikli vinçler ve furling sayesinde az mürettebatla seyir olanağı sunmakta. Sarmal sistem sayesinde kolay işleyen bir bot garajı bulunuyor. Ayrıca standart olarak Volswagen Marine TDI-140-5 kullanılmış. Fiyatı 400.000 Euro! 57'yi gezebilmek için randevu alınması gerekmekteydi. Biz de diğer tüm modelleri gezme imkanına zaten sahip olduğumuzdan 57 için rezervasyonumuzu yaptırdık. Çok güzel bir tekne ama gelin görün ki çok ama çok büyük. Hani bir tabir vardır "salon, salon-a-manger" (salon, salomanje) diye, işte aynen öyle!


Tezmarin, Oceanis 31, 37, 40, 46, 50, 54, performans yelkenlisi First 40 ve katamaranı Lagoon 440 modelini getirmişti. Açıkçası değişik bir modeli olmadığından şöyle bir baktık geçtik. Fakat Vedat Tezman'ın "Mazda" adına yarıştığı tekneyi görme fırsatımız oldu. Amiral teknesi Oceanis 54'ün fiyatı 256.000 Euro



Franken & Meer Yatçılık serinin 32, 40, 43 ve yeni 55 modellerini getirmiş. Tasarımı Bruce Farr’a ait olan Bavaria Cruiser 55, kategorisinde en geniş iç alana sahip tekne olarak kabul ediliyor. Teknenin arkasındaki 3.10 m’lik botu, motoru ile birlikte saklayabilen teak kaplı elektrikli platformu aynı zamanda yüzme platformu olarak da kullanılabiliyor.






Dufour ise yeni temsilcisi PUPA Yat ile "Grand Large" diye adlandırdığı "ödüllü" 525 modelini sergilemekteydi. Oldukça etkileyici bir tekne. Aslında beklediğimiz 405 idi, ama onu da Çeşme'de görmeye gideceğiz. Dufour, ne yazıkki Türkiye'de henüz hakkettiği yere gelemedi. Pupa ile sularımızda sıkça görüleceğini düşünüyoruz. Tekne almak isteyenler lütfen bu markayı gözardı etmesinler.

Elan, Argolis'ten Solo Denizcilik'e geçtiğinden beri charter'dan bireysel kullanıcıya yöneldi. 450, Impression 434 ve 340 modellerini gezebildik. 248.000 Euro etiketli Elan 450, A tipi “okyanus geçebilir” sertifikasına, standart D-2-55 Volvo Penta Sail Drive'a sahip. Opsiyonel olarak 75 HP motor seçeneği de bulunmakta.
Feeling 44 ve 36 Türkiye'de ilk defa bu fuarda sergilendi. Özellikle 44'ü çok beğendik. İki modelde de yaşam alanları diğer markalara göre daha geniş. Harita masası, yemek masasının hemen ardına, teknenin tam merkezine yerleştirilmiş. Fiyat 213.000 Euro.

Bu marka ve modellerin dışında J-122, Bodrum yapımı Likia 40, Harmony Lockwind, Çorlu'da üretilen Sensei 9, Yeşim - Tonguç Tokol çiftinin “Yosun” kızları da diğer sergilenen yelkenli teknelerdi.

İpragaz “dünyada bir ilk” olan “Marinegas” projesiyle fuarda yer almıştı. Dıştan takma motorlardan büyük motoryatlara kadar kullanım alanı olan Marinegas’ın Kyoto Protokolü çerçevesinde “çevreci” bir ürün olarak geliştirildiği belirtildi. LPG denize indi :-))
Tes Konfeksiyon (HH ve Gill), Solo Denizcilik (Henrry Lloyd) ve West Marin ise konfeksiyon ürünlerini indirimli olarak satmaktaydı.

Bu fuarda ikinci el teknelere de yer ayrılmıştı. Yelkenli sayısı tek-tük olsa da bolca ikinci el motoryat bulma imkanı mevcuttu.

Bir başka pontonun baş tarafına Zeren Denizcilik tarafından AR-GE çalışmalarında geliştirilen yusyuvarlak “Deniz Evi” bağlanmıştı. Seyirden çok koylarda bağlamaya uygun olarak üretilen bu modelin kongre mekanı, otel ya da “yüzer ev” olması düşünülüyor. Kahraman Sadıkoğlu'na duyurulur :-))

Shop&Miles Boat Show, belli ki bu kadar ilgi göreceğini beklemiyordu. Biz keyif aldık, ama katılımcı firma sayısının azlığına üzüldük. Dileriz ki önümüzdeki yıllarda dünyanın sayılı tekne fuarlarından biri haline gelir, sergilenen tekne ve ürün sayısı da kat be kat artar.

Bizim gözümüze takılanlar bunlardı.

15.09.2009


Göcek'ten Selamlar


11 Eylül Cuma

Bulutlar kayıyor hızlı hızlı, kara kara... Çiseleyen yağmur Boynuzbükü'nün göle dönmüş denizinde hareler bırakıyor. Yazın sıcağından kavrulmuş toprak bir anda yeşermiş; deniz yeşil, tepeler yeşil, toprak yeşil... Mis gibi kokular geliyor ocaktan; ekmekler bir bir yerleştiriliyor fırına. Kimi denizde karşılarken yağmuru, kimi yağmurluğunu giymiş. Bizim kızlarsa kağıt oynuyor.




Göcek bir başka güzel sonbaharda... Tam 3 ay olmuş buralardan ayrılalı! Pek özlemiş, pek özlenmişiz. Hasret gideriyoruz Sarsala'yla, Göbün'le, Taşyaka'yla, Boynuzbükü'yle...


15 Eylül Salı

Fırtınalı günleri yağışla atlattık Göcek'te. Bir ara yıldırım düşmesine karşı tüm elektrik tertibatını kapattık. Çok şükür sıkıntısız, ama ıslak atlattık. Datça'da karaya oturan tekne ise bir Ankaralı'nın; Ankara Yelken Kulübü'nün kurucularından Alp Acar'ın.. Teselli can kaybının olmaması... Çok üzücü bir olay. Çıkarılacak dersler ise bir hayli fazla. Gelmiş geçmiş olsun diyoruz kendisine..

Bu vesileyle bizleri arayan, merak eden herkese sonsuz teşekkür ediyoruz. Bizleri düşünen dostlara sahip olabilmek çok güzel...

Keyifli bir haber aldık bu hengamenin arasında: Çeto Kaptan'la Ayşe'nin Yusuf Reis'leri dünyaya açtı gözlerini. Ziyaretlerine gideceğiz bir ara, selamlarınızı da ileteceğiz mutlaka...

Sağolun, varolun...

25.09.2009


Beyaz Kanatlar Her Yerde










Sevgili Denizciler,

Ne zamandır bu kadar çok yelkenliyi bir arada görmemiştik. İskele-sancak, pruva-pupa hattı, Körfez'in içi, Kızıl Ada çevresi, Zeytinli'nin köşesi, kanallar... Beyaz kanatlar mavi-yeşili bezemiş, güneşe gülümsüyorlar. Yerimizi aldık usul usul süzülüyoruz Turunçpınarı'ndan Boynuzbükü'ne...

Ne şanslıyım ki yeni yaşımı Göcek'te, en sevdiğimle, kızımız Anouk'un yanında kutluyorum, sizlerden aldığım tebrikler eşliğinde... Bunun değerini kara çocuğu olarak çok iyi biliyor ve şükrediyorum. Çoğunuz kasvetli bir şehirde masanın başında, gözü bilgisayar ekranında, aklı belki denizde, günlerini sayarken bizler ekmeğimizi dünyanın en güzel köşelerinde denizden sağlamaya çalışıyoruz. Bazen gülüyor, şaşırıyor, bazen kızıyorsunuz; nispet yapar gibi fotoğrafları yolluyor, yediğimizi-içtiğimizi yaşadıklarımızı paylaşıyoruz diye. Fırtınalı günlerde arıyor-soruyor, komik anılarımızda keyfinizi dile getiriyorsunuz. Bunun kıymetini ancak yer değiştirdiğimizde anlayabilirsiniz. Hepinize minnettarız.


Bıkmadan, sıkılmadan bizi takip eden, teknemizi paylaşan herkese çok teşekkür ediyoruz. Hayatınızda yeni bir pencere açabildiysek, açık pencerenizden gökkuşağını gösterebildiysek ne mutlu bize!

Elbet bir gün limanlarımız ay yıldızla, komşu teknelerimiz Türklerle dolacak!

Alesta tramolaaaaaa...

Yeni maceralar, yeni seyirler bizi bekler...