1 Eylül 2009 Salı

19.08.2009


Teknede Bebek

Sevgili Kaptanlarım,

Pazartesi gecesinden beri teknemizde 3,5 aylık Balım isminde bir bebeği ağırlıyoruz. Bugüne kadarki en minik Kaptanımız oluyor kendileri. Sizlerle bu minik Kaptanın teknedeki tepkilerini ve yaşamını paylaşmak istiyorum.

Sancak kıç kamarayı Balım hanıma ayırdık. Salon yatağının minderleriyle yatağı çevreledik. İskele kabinde ise annesiyle babası yer aldı. Geceleri hiç yadırgamadan uyuyor. Sabah 6 gibi uyanıp tekrar uyuyor.

İlk seyrini dün gerçekleştirdi. Dalgadan rahatsız olur endişesiyle Göcek'e gidelim dedik. Motor sesinden pek hoşnut kalmadı. İlk çalıştığında biraz korktu, ağzını yüzünü buruşturdu, hatta azıcık ağladı. Rüzgarı arkadan alarak, dalgada seyrederek Ekincik'e dümen tuttuk. Yelken yaparken hızdan hoşnut kaldı, sessiz sakin uyudu. Rüzgar kesince canı sıkıldı, vızıldadı. Arada dışarı çıktı, saçlarını uçuşturdu. Genel olarak tekneyi sevdi.

Bugün öğlen denize soktuk. Aşılarının hepsi tamamlanmadığı için başını yıkamadık. Galiba biraz soğuk geldi, çığlıklar attı :-))

2 saatte bir annesi onu emziriyor, gazını çıkarıyor, uyutuyor, o da bir güzel büyüyor.

12.08.2009


Kokoşların Ardından :-))


Sevgili Kaptanlarım,

Kokoşları Dalyan turuna da götürüp çok eğlendik. Saçları bozulmasın diye yelken açtırmayan, hız yaptırmayan arkadaşlar, "cilde iyi gelir" dediğimiz çamura bulandılar, çürük yumurta kokan kükürtlü sularda yüzdüler. Kumlubük'te Mustafa Koç'la yan yana masalarda oturunca pek keyiflendiler. Tek sıkıntı erkeklerden birinin iskeleden atlarken kolyesini denize düşürmesiydi. Akşam saatlerinde gözden hemen kayboldu. Ertesi gün 2 metreye anca dalabildikleri için Benhür'ü yolladık. Erişteliğin arasında buldu çıkardı kolyeyi. Asılan yüzler yeniden güldü!

Kaptanlarım, kokoşları Cuma akşamı salimen yolcu ettik.

Bu esprili ve abartılı anlatım için kendilerinin samimiyetine güveniyor, bizlerle birlikte oldukları için çok teşekkür ediyoruz.

Sevgili Kaptanlarım, "kokoş ekip" yabancı değil, bizim akrabalarımızdı. Biraz kurgu yapmadık değil hani! Tema tekne hayatının meşakkatli olmasıydı. Bırakın parmakarasını, terlikle bile ayaklarınıza zarar verebilirsiniz. Su kısıtlıdır, marin (organik) şampuanla denizde yıkanmak zorunda kalabilirsiniz. Yer kısıtlıdır, çok eşyayı dolaplarınıza asla sığdıramazsınız. Kolye, küpe, yüzük gibi aksesuarlar yelken yaparken halatlara dolanabilir, zarar verebilir. Parfüm sürerseniz koku böceklerinin iştahını açabilirsiniz. Ses her yerdedir, biri horlasa herkes dinler. Ve bunlar gibi daha neler neler...

Hep seyirleri anlatmayalım, tekne yaşamına da deyinelim istedik.

Sevgili "kokoş ekibi"mizi her zaman bekliyoruz, yine geliniz.

05.08.2009


Bizim Tekneyi Kokoşlar Bastı


Kaptanlarııııııııım,

Bugüne kadar ki en kokoş ekibi ağırlıyoruz!!!!

Biraz önce hanımlar makyaj yaptı, gözaltları Bülent Ersoy gibi oldu, yetmedi vücutlarına parıltılı bir şeyler sürdüler. Parfümler buram buram, birbirine girmiş. Beyler keten gömlek, şort. Purolar Havana.. I-phone'lar elde, 3G bağlantı laptoplarda. Allahtan topuklu ayakkabılarını son dakikada evde bırakmışlar, onların yerine taşlı parmakaralarıyla dolaşıyorlar.

Benhür krizde. Yetişin Kaptanlarıııııım, Kumlubükteyiz, motoryatçı gibiyiz....

27.07.2009


İlk Defa Denize Çıkanlar


Bu yazı dizisi "ilk defa denize çıkacaklar"a atfedilmiştir :-))

Kaptan: Candan-Benhür
Mürettebat: Üniversite yıllarına dayanan dostlukları ile üç çift
Tekne: Anouk
Rota: Marmaris-Kumlubük-Ekincik-Marmaris

14 Temmuz Salı akşamı eski ekibimizi uğurlarken yeni ekibimiz marinada bizi bekliyordu. Halbuki daha teknenin iç-dış temizliğinin yapılması gerekiyordu. Kaptanlarımızdan rica ettik, biraz zaman istedik.

Bu işler öyle göründüğü gibi değildir. Önce elektrikli süpürgeyle yatak şilteleri, ardından farş tahtalarının (teknenin zemini diyelim) altı üstü süpürülür, sonra bir güzel yerler silinir, tozlar alınır, tuvaletler fırçalanır, güzel koksun diye her yere spreyler sıkılır, buzdolabı boşaltılır, temizlenir, mutfak tezgahı silinir, lavabolar fırçalanır, temiz yatak takımları çıkarılır vs. vs... Sıra gelir dışarıya: Önce tüm açık yerler heçler, lumbozlar (yani pencereler) kapatılır. Sonra sert zemin fırçasıyla, gerekliyse doğaya zararsız deterjanla faşır fuşur yıkanır, parlatılır. Tente gerilir. Kurusun diye beklenir. Tabi 50 derece sıcakta, 15 metrekare alanda tüm bu işler yapılınca sizin de su görmeniz gerekir!

Temizlik bitince Kaptanlarımızı içeriye buyur ettik. Lakin taşı taşı eşyalar bitmiyor! Hani 3 gündü, hani az eşya gelecekti? Ne oldu "ilk defa denize çıkacaklara öneriler" yazısı? Neyse ki katlanır çantalarla gelmişler, ya bir de valiz olsaydı? Yaz, kış fark etmiyor; tekneye ilk defa gelenler mutlaka gün başına 2 şort, 2 bluz, 4 ayakkabı, 15 krem, 5 mayo, 2 havlu gibi kalabalık bir eşya topluluğuyla geliyor ama çoğuna el bile sürmeyip geri götürüyorlar.

Eşyalar yüklendikten sonra sıra geldi alışverişe... Hep birlikte düştük yollara... Listeye gerek yok, artık ezberden alıyoruz. Hem zaten akşamları koylardaki restoranlarda yiyeceğiz, abartmaya gerek yok! Tabi bu bizim düşüncemiz. Kavunlar, karpuzlar, çeşit çeşit meyvalar, salata malzemeleri, peynirler, zeytinler, salamlar, sucuklar, cipsler, çukulatalar, kolalar, meyve suları, sular, ekmekler, kurabiyeler ve daha neler neler... Netice 3 araba dolusu torba! Gelen geçen bize bakıyor. "Kaptanlarım yapmayın etmeyin, bakın kalacak bunlar, yazık günah" şeklindeki ağlamalarımıza "siz bizi bilmezsiniz çok yeriz, hiçbir şey kalmaz" cevaplarıyla sustuk, susturulduk! Yaptığımız alışveriş bagaja sığmayınca Benhür'ü tek başına tekneye yollayıp biz kaldık yayan.

Biraz yürüyüş, biraz dinlenme derken döndük akşam saati teknemize. Bizim malzemeler arabalarda bekleşiyorlar. Hemen bir zincir oluşturduk, elden ele geçirip başladık yerleştirmeye. Bitmiyor ki bir türlü, sanki ihtilal çıkmış kıtlık var! Alışveriş yaparken buzdolabının kapasitesini de göz önünde tutmakta fayda var. Mümkün değil her şeyin sığmasına, zaten sıcaklar da bastırdı. Ortalıkta kalan meyve-sebzeler küfleniveriyor.

Yorucu bir akşamın ardından önce güzel bir kahvaltı edildi ve "eğitim şart" sloganıyla dersimiz başladı. Çıkışı yapacak şanslı (!) kaptanımız halat atma yarışmasında birinci olan Berrin Kaptanımız. Hanımlar hep böyle işte, tatil amaçlı gelip beyleri solluyorlar :-)) Havada maşşallah estiriyor 18-20. Ama Kaptanlar başarılı, e hoca da iyi anlatıyor, alkışlar eşliğinde vukuatsız çıkıyoruz marinadan.

Yanaşma çalışacağız ama rüzgar pek izin vermiyor. Madem öyle, o zaman biz de önce "dönen Ankaralılar" modeli, sonra da yelken eğitimiyle devam ederiz dedik. Göcek'ten sonra Marmaris'te de adımız yürüyüp gidecek galiba!!! Yine alkışlar eşliğinde -bu ekibin de özelliği buydu, hepsi birbirini alkışlıyordu- sekizlerimizi çizdik ve yelkenler foraaa dedik. Rota Kumlubük... Yakın ama uzak, bol tramola, zor yanaşma!

12.07.2009


Rodos 2


Sevgili Denizseverler,

Girit Restoran'ın ahtapotu, Kumlubük'ün tatlıları derken ekibimizi yolcu ettik, teknemizi elden geçirdik, 2 taze denizci genci karşıladık, temel eğitimlerini verdikten sonra Çiftlik koyuna dümen tuttuk. İbrahim'in yemeklerinin ardından sıra geldi yarım kalan Rodos seyrini yazmaya...

Rodos'a sızma (!) kararımız biraz ani olduğu için hazırlıksız yakalandık. Mandraki Limanı dışında şehir hakkında en ufak bilgimiz yoktu. Dolayısıyla nereye gideceğimizi bilmeden düştük yollara. Sahilde biraz ilerledikten sonra şadırvana benzeyen bir yapıya bakıp "işte ilk Türk eserini bulduk" diye heyecan yaptık. Ancak harita almadan bir yere varamayacağımızı da anladık. Şehir "eski" (old city) ve "yeni şehir" (new city) olarak iki bölgeye ayrılmış. Bizim liman da eski şehrin içinde kalıyormuş. Hatta dünyanın yedi harikasından biri kabul edilen Rodos Heykeli Kolossos M.Ö. 280 yılında Dorlar tarafından liman girişinde inşa edilmiş. Fakat savaşlar, depremler derken heykelden eser kalmamış.

Böylece gerisin geriye dönüp 1080 yılında Kudüs'te kurulan Hospitalier Şövalyelerinin inşa ettiği "Palace of the Grand Master" Büyük Üstatların Sarayı'nı gezmeye gittik. Ana girişi keşfedemediğimizden hendekten başladık. 1522 yılına kadar çeşitli saldırılara direnebilen ada Kanuni Sultan Süleyman tarafından ele geçirilmiş ve 400 yıl kadar Osmanlı mülkiyetinde kalmış. 1912'de Trablusgarp Savaşı sırasında İtalya tarafından işgal edilmiş. 1948'de Onikiada'nın diğer adalarıyla birlikte, Yunanistan'a katılmış. Adada bulunan Türk azınlık 1923'teki Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi sırasında İtalya topraklarında sayıldıkları için mübadeleden kurtulmuşlar. Bu nedenle de Rodos'ta bir Türk azınlığı bulunmaktaymış (biz de bula bula bütün Türkleri bulduk hakikaten!).

























Avrupa Birliği, sarayın restorasyonu için 1.000.000 Euro bağışlamış, bazı yerleri kapalıydı gezemedik. Hendeğin ardından içeri giriş kapısını bulduk ve içeriyi gezebilmek için 6'şar Euro verdik. Tam gişeden ayrılırken bir de baktık ki bir ilan: Aynı akşam saat 21:30'da Ender Sakpınar yönetimindeki Bursa Senfoni Orkestrası solist İris Mavraki'ye eşlik edecek. Aman bir sevindik, bir sevindik. Gurbet ellerde vatanımızın temsilcilerini dinleyebilecektik, üstelik konser ücretsizdi. Gerçi sonrasında niye bu kadar sevindiğimize anlam veremedik, sanki aylardır yabancı topraklardaydık!!!













Sarayı gezmeyi saat 18:00 sularında bitirip yemek yiyebileceğimiz güzel bir restoran arayışına çıktık. Daracık sokaklarda ilerlerken turistik caddesini keşfettik. Sağlı sollu dükkanlar, kiminde hediyelikler, kiminde mücevherat... Yolun sonuna doğru bir de baktık ki bir Osmanlı Camii daha. Hemen Japon turistler gibi kameralara sarıldık. Ara sokaklardan birine sapınca hoş bir "taverna" gördük. Tam kapısının önünde kendi aramızda konuşurken görevli bir bayan yanımıza gelip Türkçe olarak bilgi verdi. Kaptanımızın "acaba fiyatlar nasıl, çok pahalı mı" sorusuna "burası benim yerim" cevabı gelince daha fazla düşünmeden oturmaya karar verdik. Rum adı Niki, Türkçesi Nigar. Ahtapot salata, Symi usulü çim çim karides, papila, kalamar gibi deniz börtü böcüğünü mideye indirip 95 Euro ödedik. Güzeldi, doyduk, güldük, eğlendik.


Yemeğin ardından Rodos gecelerine akmaya, sokakları arşınlamaya karar verdik. Ama önce dolaşırken gözümüze takılan dondurmaları denemek gerekiyordu. Bulduk bir yer oturduk, verdik 3'er toplu 5 dondurma siparişi, bayıldık 35 Euro. Biraz acıttı ama olsun, aklımızda kalacağına midemizde kalsın. Oradan kalkıp biraz yürüdükten sonra Old City'nin Piazza'sına (eski şehrin meydanına) vardık. Amaaaan bir şenlik, bir şenlik, sormayın. Ortada bir çeşme, etrafta cafe'ler, barlar, teraslarda "taverna"lar, her yer cıvıl cıvıl... Çok sevdik! Saatler ilerledikçe ekibin bir bölümü tekneye dönmeye karar verdi. Biz 3 kafadar haritada keşfedeceğimiz diğer "piazza"ları (meydanları) keşfetmeye ve devam ediyorsa konsere uğramaya kararlıydık. Tek tek meydanları bulduk, daracık sokaklardan geçtik, Şövalyeler Sokağını arşınladık, barları bulduk, meraklı gözlerle kafamızı içeri uzatık, "ambiyans"larını beğendik ve sonunda Saray'a geri dönüp konserin son bölümüne yetiştik. Arka sıralarda yerimizi aldık. Bir ara Rumca başlayan şarkı Türkçe devam edince koro halinde eşlik ettik, tüylerimiz ürpererek, gözlerimiz yaşlı...

Tekneye dönüp yatağımıza yattığımızda hala eşlik ediyor, hala o şarkıyı mırıldanıyorduk:

Şu sılanın ufak tefek yolları
Ağrıdan sızıdan tutmaz elleri
Tepeden tırnağa şiir dilleri
Yiğidim aslanım burda yatıyor










09.07.2009


Rodos 1

Gün batmak üzere Selimiye'nin tepelerinin ardından... Asmaların altında hem bu satırları yazıyor, hem kanolarıyla gezen tatilcileri, demir atmış guletleri, yelkenlerini kapatıp giriş yapan tekneleri seyrediyorum. Çeto Kaptan misafirlerini dolaştırmış, iskeleye doğru geliyor. Doğanın sessizliğine Leonard Cohen, bana ise sert bir kahve eşlik ediyor. Çok hafif bir esinti yüzümü yalayıp geçiyor.

İşte böyle bir ortamda kolaylıkla kim olduğunuzu, ne iş yaptığınızı unutabilirsiniz. Tıpkı benim Rodos seyrini yazmam gerektiğini unutup Selimiye'yi anlattığım gibi!

6 Temmuz Pazartesi sabahı 10:30'da tonozumuzu atıp Rodos'a doğru dümen tuttuk. Çiftlik koyu-Rodos arası 16 mil, rota ise 183 derece. 20-22 knot sabit rüzgarla genelde ıslanarak, biraz da üşüyerek nefis bir orsa seyri yaptık. Rüzgar çok dalga kaldırmamasına rağmen ara sıra kafaya çarpanlar uçarak çığlık atmamıza sebep oluyordu. Daha da kötüsü bir seferinde dalgayı öyle bir aldık ki denize girmiş kadar olduk, suyun uçarak üzerimize gelişini gördük ama kaçamadık.

Öğlen iki civarı Rodos'a vardığımızda neyi unuttuğumuzu hatırladık! Rakı tüyosunu almıştık ama referans kitabımızı unutmuştuk. Üstelik haritamızda yoktu. Chartplotter'dan tahmin yürüterek, biraz da direkleri sayarak Mandraki Limanı'nı bulduk. İskelemizde kale, sancağımızda geyik anıtı...

İçeride kah motor yatlar, kah yelkenliler... Yer var, var da tekneler arası boş yerleri değnekçi misali ortalarına balon takıp halatla kapatmışlar. 10 dakika süreyle 5 metre derinlikte dolandıktan sonra, halimize acıyan Yunan bandıralı bir motor yattan çıkan Türk kaptan "böyle yanaşamazsınız, bir acenteyle anlaşmanız, onların size bir yer göstermesi lazım" dedi ve bizi derin düşüncelerle baş başa bıraktı. Madem öyle biz de bir acente bulalım, dedik ve çekmeyen cep telefonlarımızı bir kenara bırakıp, Tchibo malı minik telsizleri alıp karaya adam bırakmaya karar verdik. O şanslı tabi ki ben ve Ceren Kaptanım oldu. Limanın bir ucundan diğer ucuna hızlı adım yürüyerek acente arayışına çıktık. İlk gördüğümüz dükkana daldık, şansımıza Vernicos Yachting çıktı. Biraz ağlayarak, biraz heyecanlanarak, biraz da kafa karıştırarak yer talebimizi ilettik. 5 dakika sonra "tamam, kalenin önünde köşedeki tekneye bordalayın, biz haber verdik" dedi. Biz de inandık. Telsizle teknemize haber verdik. Gerçeği köşedeki tekneye gittiğimizde öğrendik. 5 İngiliz’in de hiçbir şeyden haberi yoktu. Durumu izah ettikten sonra "denizde yardımlaşma" ön plana çıktı ve bordalamamıza izin verdiler. Rüzgarlı bir havada baştan kara yaparak yanaştık. Dört bir yandan bağlandık ve işlemler için beklemeye geçtik. Yarım saat sonra evraklarımızla birlikte ofiste beklendiğimiz söylenince çift pasaportlu Sadri Kaptanımızı görevlendirdik. Gergin bekleyiş başlamıştı. Kalabilecek miydik, yoksa yurda geri mi dönecektik?

10 dakika sonra Kaptanım gözüktü, 6.45 Euro karşılığı 1 gecelik konaklama bedelini ödemiş, salimen yanımıza gelmişti. Bizim belediye ve muhtarlıklar gecelik 35-40 Lira'dan aşağı almazken Rodos'ta 14 Lira'ya bağlanabiliyoruz. Türk yetkililere duyurulur! Giriş işlemleri için diğer limana gitmemiz gerekiyormuş. Muhtemelen acenteler tüm bu işlemleri belli bir ücret karşılığı sizin yerinize hallediyor. Aslında bizim yaptığımız hiç doğru değil, üstüne basarak söylüyorum sakın denemeyin, bir yakalanırsanız gözünüzün yaşına bakmaz dost Yunanlılar valla!!!

Sanırım biraz ara vermem gerekecek, ahtapotlar masada beni bekliyormuş...

Rodos Kalesi, sokakları, yemekleri, geceleri pek yakında...











05.07.2009


Yeni Ekip, Yeni Macera

Rüzgarlı bir "Çiftlik" akşamında daha birlikteyiz...


Dün ayrılan ekibimizin yerini "Ankara Deniz Kulübü"nün nadide üyeleri aldı. Düşündük, taşındık Başkan, Sayman, Sekreter ve yeni üye olarak Yönetim kurulu kararlarımızı Rodos'ta yazalım dedik!

Öğleden sonra 3 civarı tonoz bırakıp sert rüzgarda Albatros marinadan ayrıldık. Hemen yelken basıp orsa seyri ile Marmaris'i arkamızda bırakmaya çalıştık. Tahmin edebileceğiniz gibi etrafa düşen yağış rüzgar olarak bize dönüyor! Bu sebeple yol almak da zorlaşıyor. Rota: Çiftlik koyu, Deniz Restoran, İbrahim'in yeri. Ana yelkenimizi camadanlı açtığımız için sular küpeşteyi ıslatıp dövse de broş yemedik, sıkıntı çekmedik, ancak serpintilerden nasibimizi aldık, sırılsıklam olduk. Olsun, zaten denize girememiştik, iyi oldu :-))

Çiftlik koyu sert bir vadinin denizle buluştuğu noktadadır. Bu sebepledir ki daimi rüzgarı vardır. Tepelerden koşarak iner, sizi şöyle bir silkeler. Girişindeki ada, saçak altı etkisi yapar, dalgayı keser. Fakat içeride esen 25 knot rüzgarda gelin yanaşıverin! Manevrayı neredeyse 1 mil öteden yapmanız gerekir. Tabi bu esnada etrafınızda fink atan jet skiler, su kayakçılar, kendini havuzda

zanneden yüzen tatilciler de cabası! Yanaştınız mı da denizi tertemiz, çivi gibidir. Sabah kahvesine gerek yok, atlayın cin gibi olursunuz evelallah.

Biz de yine sert esen rüzgarda hızlı bir manevrayla iskeleye yanaştık. Biraz ıslak, biraz sersemlemiş ama her zaman ki gibi mutlu :-)) Yemekte çipura, "cips" (patates kızartmasının yerel adı), bolca salata yedik. Kahvemizi, çayımızı içtik. Yorgun bir şekilde oturuyoruz.

Yarın sabah erkenden yola koyulup yine "kaçak" bir şekilde Rodos'a gitmeyi planlıyoruz. Tiyoları aldık, rüşvetimizi hazırladık: Yeni Rakı! Bakalım bizim uzonun etkisi ne kadarmış?



Macera devam ediyor, Türk karasularına girişte yazılarımız devam edecek.

Bizi izlemeye devam ediniz...





03.07.2009


Nazar Etmeyin Ne Olur!

Ama olmuyor Sevgili Kaptanlarım!

Ben ne zaman güzel güzel yazıp yollasam hemen bir fırtınaya yakalanıyoruz. Yapmayın, yormayın bizi böyle :-))

Symi'den sakin bir havada demir alıp birkaç koyunu motorla gezdikten sonra Çiftlik'e doğru dümen tuttuk. Rüzgarımız 10-12 knot geniş apaz idi. Önce tüm yelkenleri basıp motor-yelken seyri yapmaya karar verdik, başka türlü varmamız biraz uzun olacaktı. Hafif dalga, ekibin uykusunu getirince Ala Burun civarında, Benhür de dahil ufak ufak yataklara dağıldılar. Ana yelkenimiz çok savrulunca kapatıp, cenoayla devam etmeye karar verdik. Kaldık havuzlukta iki Kaptan! Fakat yalnızlığımız uzun sürmedi. Sesiyle birlikte görüntüsü de rüzgarın kendini göstermeye başladı. Çatal Adalara geldiğimizde motoru kapatmış, 24-25 knot rüzgarda geniş apaz seyre geçmiştik. Kızıl Ada'ya kadar hızımız 6 knot civarındaydı.

Adaya yaklaşırken iskele kıç omuzluğumuzdaki tekne bizi yakalamıştı. Sonra yine her zamanki gibi hava şiddetleniverdi. 25 oldu 30, 30 oldu 35, 35 oldu sağanaklarda 45. "Benhür kalk hava sertleşiyor" dedim. Çok mutluydum çünkü bu sefer bağıran ben olmuştum :-)) Sersemlemiş bir halde yukarı geldi. O esnada kafayı çevirince arkamdaki teknenin "yetişen tekne" konumundan "üzerimize çıkan tekne" konumuna geldiğini fark ettim. Sancakta ada, iskelede tekne. Vay halimize! Meğer ailenin beyi havluları topluyor, hanım da dümendeymiş. Eğitimi bizden almadıkları her hallerinden belli. Biz önce hanımları eğitiyoruz, sonra beyleri :-)) Adamcağız koşup iskeleye dümen kırdı da olası bir kazayı atlatmış olduk!

Heyecan böyle bitmedi tabi ki. Birkaç dakika içerisinde şiddetli bir sağanakta bizim kız dümen dinlemedi ve iskeleye doğru bir dönüş yapıverdik. Kaptan bağırıyor "dümen dinlemiyooooor", Benhür güya iskotanın başında, ayılamamış ki daha!!! Benhür diye böğürünce ıskotayı boşlayıverdi. Tüm bunlar olurken aklımız da arkadaki teknedeydi, bizi fark edince onlar da iskeleye dümen kırmışlar. Hemen camadan vurduk tabi.
Haliyle ekip de tek tek kamaralardan havuzluğa çıkıverdi! Bu arada ekibimiz bir baba, iki çocuk (10 ve 15 yaşlarında) ve büyük olanın arkadaşı şeklinde. Hani sanmayın büyükler :-))

3-4 mil kadar hava bu şiddette devam etti. Sonra yavaş yavaş kesmeye başladı. Kestikçe biz de cenoayı büyülttük. Şu sıralar, ben bu satırları yazarken Çiftlik 2 mil ileride pruvamızda, rüzgar yine şiddetlendi. Şimdilik keyifler yerinde. Benim de kesip yanaşma hazırlıkları için yukarı çıkmam gerekiyor.
Görüntüler, Symi Adası'nın diğer koylarından alınmıştır.